20 Ekim 2019

Cennet ve cehennem...

(Pazar hikâyesi)

Yıldız sayısı ortanın biraz üstünde olan otelin asma katındayım, ne yapıyorum? Masamdaki kahvaltı ıvır zıvırını atıştırıyorum ve aptal bir suratla etrafımı kolaçan ediyorum. Üstü yiyecek ve içeceklerle tıka basa doldurulmuş upuzun bir tezgâh ve oradan çimlenen benim gibi anlamsız suratlar takınmış kadın ve adamlar. Ellerindeki tabakları doldurmakla meşguller. Onlara bakıyorum, önüme bakıyorum, karşıya bakıyorum. Gördüklerim kafamın yeniden çalışmaya başlamasına yetmiyor. Sabah mahmurluğu gibi bir bahane göz kapaklarımda çapaklanmış. Günün ilk saatlerinde zihnimi zınk diye açan demli çay, bu defa ılık ılık boğazımdan aşağı sızıyor, o kadar. Kimseye haksızlık etmek istemem, yine de çayı çok severim lâf aramızda.

Çaya devam... Sükûnete devam, atıştırmaya ve umuda devam... Sadece evimde değilim, alıştığım masada ve vazgeçemiyeceğim ince belli bardağın yanında değilim, o kadar. Çevreme bakıyorum, önüme bakıyorum, karşıya bakıyorum, sağa sola bakarken görmem gerekende gözüm sabitleniyor. Tık diye bir ses duyuluyor sanki zihnimin aç-kapa düğmesine basılıyor. Elimdeki fincan tık diye tabağına oturuyor.

Hemen yanıbaşımda ve onun ötelerinde asma katın kolonları sıralanmış. Güven veren toklukta ve alımlı etkiler yayan parıltıdalar. İçleri beton, yani çimento, agrega ve nervürlü demir aksam ile doldurulmuş ve dondurulmuş, biliyorum. Sonra bu kaba oluşum, yıldız sayısı ortanın üstünde olan bir otelin kahvaltı salonu entimitesine yakışmıyacağı için lüks tesirli malzemelerle kaplanmış, gibisinden düşünceler geçiyor aklımdan. Hayret bişi... Kafam çalışıyor mu ne? 

Sağa sola bakarken gözümün takıldığı yer, hemen burnumun dibinde dikilen, bir yanı taştan diğer yanı ahşaptan değerli levhalarla kaplı bir kolonun ilginç yüzeyleri. Yukarıdan aşağı doğru kıvrıla kıvrıla inen açıklı koyulu katmanlar, taşta ve ağaçta, her iki yanda da birbirlerine çok benzeyen izlerden, harelerden oluşuyor. Baktıkça başımın içinde cennet ve cehennem kavramları kelimeler olarak uçuşuyor. Tefekkür, beton katılığından kurtulup, kaplama inceliğine oradan da soyutlama semalarına yayılıyor. Geriye bu fırsatı kaçırmayıp yazıya dökmek kalıyor, bakalım... 

Bizlere okullarda ve sonrasında dünyanın oluşumu ve bitkiler evreni konularında epeyce işimize yarayacak ayrıntıda bilgi aktarmışlar doğrusu. Öte yandan... Cehennemin kavurucu ateşinde yanıp kül olmak yada cennet bahçelerinde hurilerle birlikte kevser yudumlamak... Aslında bunlar hayatın bugününe dönük ahlâkî uyarı niyeti taşıyor bile olsa... Sonsuz ve belirsiz bir geleceğe dönük bu iddialar, kişiyi korkutsa da imrendirse de, onu inandırıcı bir somutlukla buluşturamıyor. Biz gelelim botanik bahçelerimize ve harlı jeolojik geçmişimize.

Koca bir ağaç kesildiğinde onun bütün tarihî geçmişi kitap gibi ortaya çıkar. Kaç bahar yaşadığı, kaç kış yaprak döktüğü ve incecik bir fidan olarak ne zaman hatıra defterini yazmaya koyulduğu, hepsi hepsi orada yazılıdır. Cenneti nasıl, nasıl yeşile boyadığı da... Ölümü ise yazılımın durmasında belgelenir. Ağacın gövdesinden alınan ince bir kaplama levhası, anılar kitabından kopartılmış bir sahife gibi, ol hikâyatı o yaprağın üstünde otelin kahvaltı salonuna kadar getirir ve orada hemen yanı başında duran kolonun kaplama tahtasına aptal aptal bakmakta olan adamın gözüne sokar. Adam irkilir!.. Bakışlarını taş kaplamaya çevirir.

Taşın üstü kalın bir korku romanı gibi karmaşık hiyerogliflerle dolar taşar. Milyon yıl olanı biteni, yaşayanı öleni, üst üste özenle biriktirip mükemmel bir arşiv oluşturmuşken... Tam romanını okyanusun romantik derinliklerinde katman katman yazmaya koyulmuşken... Açılan cehennem kapısından içeri doluşan kızgın lâv dalgalarıyla alabora olup, magma ateşiyle yanıp tutuşur ve kendini yeryüzünün dağ tepelerinden birinde bulur. Yanmış buruşmuş, karışmış ve kararıp üst üste yığılmış, kapağı kayıp yapraklar, sahafın birinde unutulmuş koca bir destan!.. Yine de ağacın tahta tarihi gibi, taşın underground geçmişi de birbirlerine çok benzer bir yazı diliyle, orada kayıta geçirilmiştir. Nerede?..

Birkaç yıldızlı otelin asma katında... Elinde çay kupası, taşa tahtaya bön bön bakan adamın burnunun dibinde... Yeni yeni uyanan kafasının içinde... O da tutar onları okumaya başlar. Ard arda sıralı gelen, ince ve kalın, açık ve koyu, sert ve yumuşak, sıkı ve gevşek, cennetlik ve cehennemlik izleri yalar yutar. Ve?...

Arkasında koskocaman botanik ve jeolojik bir tarih bırakıp, gönlü de karnı da, iyice doymuş olarak kahvaltı masasından kalkar, evine, ince belli çay bardağına, yaşadığı kentin cennetine ve cehennemine doğru...

Yazarın Diğer Yazıları

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor