Çalışan kazanmaz, çalıştıran kazanır.
Çalışan çalıştığı ile kalır. Ne var ki işsiz değildir, çalışıyordur işte.
Ancak yarattığı değer işverenin hanesine yazılır.
Bunun içinden çalışana verilense, bir sus payıdır.
Zaten kimse kimseye, hayrına iş vermez, para da vermez!
İş isteyen de sadece kendisi için, yani bir gelir elde etmek için istiyorsa, hava alır. Rüşvet yaşamın her noktasında kaçınılmazdır, vardır.
Aç parantez… Çiçek arıya rüşvet olarak bal vermezse, arı çiçeğin tozlaşmasına yardımcı olmaz, çiçeğin de nesli tükenir. Bilinen hikâyedir. Kaldı ki bitki çiçeğini renkli, gösterişli ve kokulu açar ve tozlaşma zamanını arıya bildirir, bu konuda çağrı çıkarır. Evet arı da çalışır, çünkü bu tozlaşma çabasını göstermezse, karşılığı olan nektar ödemesinin geleceğe de olmaz.
Bu arada insan ne yapar, arının ürettiği balı çalar! Hırsızlık yetmez, hilebazlığı tetikler, kovanın önüne şekerli su koyar, arılar yorulmasın diye vs.vs… Kapa parantez.
Evet iş isteyen, işi istediği kişiye ne kazandıracağını bilirse, bunu ona sezdirirse işi kapar.
Kimse kimseyi beslemez. Çalıştırdığından artı bir gelir elde etmiyorsa onu kapı önüne koyar.
Ülkemizde bir milyon yüz bin çalışan varmış. Onların yarattığı katma değeri düşünün. Bunu alanı ve bu alış verişi yöneteni düşünün, tümünün karşılığı nedir? Ben söyleyeyim, hiç eksilmeden süren huzursuzluk, tatminsizlik, hak arama, talep, zam isteme, grev, memnuniyetsizlik vs. Üç kuruş için sürekli sorun yaşamak gibi. Sonuç, her zaman geçiştirmedir.
Hak düşünülerek tam istenen verilirse eğer, denge oluşacaktır. Dengede hiçbir şey olmaz, hareket olmaz! Daima talep eksik karşılanacak ki, emek işverene doğru umutla aksın. Bunun tersi olan ütopik çözümler ise desteklendi, denendi ve battı. Denendi demek de zor. Çünkü sadece işverenin konumu farklıydı, sorunlar öz olarak aynen devam ediyordu. Daha doğrusu devam da edemedi.
Kıssadan hisse. İnsan varlığı, bidayetten beri tabiata aykırı bir oluşum. Bulduğu çözümler de tabiata aykırı. Onu ketenperiye getirme esasına dayalı ve karşılıksız tüketme kurnazlığına.
O nedenle insan, hiçbir zaman huzur bulamıyor. Huzur istemiyor da, sadece kazanç istiyor, kazanmak istiyor. Zafer istiyor, birbirlerine karşı ve doğaya karşı zafer!.. Çünkü biliyor ve seziyor ki bu işin oldusu yok, gelecek güvencesi hiç yok!
Ne kazansam kârdır, diyor ve onu yapıyor, onu zorluyor.
İnsan soyunun onca icadından biri de "vicdan"dır. Kimde olduğu belirsizdir. Bende var, sende yok, esasına dayalıdır. O nedenle de inanç sistemlerinin ritüelleri ile güven altında tutulmaya çalışılır.
Bir başka güvence de bir diğer icad olan ütopyadır. Haksızlığın, vicdansızlığın, inançsızlığın birbirimize karşı verilecek mücadele sonucu bir gün alt edileceği ve cennetin yeryüzüne indirileceği umudu ile vaziyet etmenin adıdır. Bunların hepsi yıllar boyu denendi, şekil değiştirdi ama vazgeçilmedi.
İnsan önce dünyaya gelir, sonra kendine gelir. Daha sonra geldiği dünyayı beğenmez. Ben bu dünyayı değiştireyim, der. Der demez, kendinden önce gelenlerin bir yarısı aferin diye onu alkışlar, biz yapamadık, sen yaparsın diye kışkırtırlar. Diğer yarısı, sen ne yapıyorsun kardeş, diye kaşlarını çatarken bilinen o tekerlemeyi tekrarlar;
Önce ihtar, sonra tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötek’tir!
Bu işler bu minval üzre böyle giderken, çalışan kazanır, nokta, nokta, nokta…
Perdee!..
Perde kapanmadan öksürük olmayın, ayıp oluyor.