12 Temmuz 2020

Ayasofya kubbesi yeniden fethedildi...

Osmanlı, Ayasofya’yı çok iyi incelemiş, yorumlamış ve elde ettiği verileri kendi inşaat kültürüne olanca estetik inceliklerle katmış, zenginleştirmiştir

Ayasofya’ya ilişkin tarihsel bilgiler ve yorumlar bir yana bırakılırsa, onun ibadete açılması kararını konu edinen bazı politik demeçlerin hamasi özü şöyledir;

Milletimizin haklı ve meşru beklentisi olan bu mukaddes emanet, mazisi İstanbul'un fethine kadar dayanan fetih sembolümüz, geçmişin itibar ve inanç onuru sayılan bu kutlu mabed Ayasofya, nihayet  inanç haklarımızı ve egemenlik kazanımlarımızı tahrip etmek isteyen bazı dünya ülkelerine karşı alınmış muazzam bir kararla, daha önce müze iken şimdi ibadete açılmış bulunuyor.

Meclis bu kararı ayakta alkışladı. Ayasofya’nın ibadete açılması bir zafer gibi algılanıyor. Hukukî yada mülkî engeller yoksa, ki olmamalı, olmadığı defalarca açıklandı, bu karar neden cesaret işi olsun ki, daha önce korkuluyor muydu? Sanmıyorum. Sadece gerek duyulmuyordu. Şimdi icap etti demek.

İyi Parti başkanı sayın Akşener, bu sonucu beklemiyordum, konuyu hep askıda bıkakmak işlerine gelir, diyordum ama yanıldım, dedi.

Bence bu sonucu, daha fazla işlerine gelen bazı mucip sebepler oluşturuyordur. Meselâ şu sıralar dünyada kendilerinden söz edilmesi isteği ve ihtiyacı olabilir.

Netice itibarıyla bir binanın şu yada bu kullanım işlevi, ihtiyaca göre ve usulüne uygun koşullarla, elbette değişebilir. Bazilika, Cami, Müze, Cami gibi bir sırayla bile değişmiş olabilir. Olmuştur, kanıtı işte ortada.
Yapı ise hep aynı maddî yapıdır. İçinin kullanımı, gireni çıkanı farklılaşabilir. Geriye sadece, yaratılan sanal değerlerin bol bol konuşuluyor olması kalır. Bu da doğaldır, olabilir. Oluyor işte. Ne var bunda bu kadar büyütülecek?

Yine de, madem hepimizin çenesine vurdu, neden konuşmayalım ki?

İşin aslına varırsak; Yapılar, insanları yağmurdan, soğuktan, sıcaktan, rüzgardan, güneşten, gürültüden koruyan, gerekli gördükleri işleri rahatlıkla yerine getirebilecekleri güvenli, kapalı ve doğal ışıklı mekânlardır.

Burada hüner, olabildiğince büyük, yani geniş ve yüksek ama tek parça, içinde bölme, kolon vs. olmayacak ama yıkılmayacak da. Bunu belirleyecek olan ise tektonik sınırlamalar içinde, malzeme ve yapım tekniğindeki bilgilerin gelişmiş olmasıdır. Bu sayılanların, yığma yapı tekniğinde varılan muhteşem çözümü kemer ve kubbe birlikteliğidir, kullanımıdır.

Bu nedenle dünyanın kapağı gibi havada asılı duran kubbelere bakan mümin, onu kutsal bir yarışma objesi gibi görebilir. Bildim bileli, Sinan’ın büyük camilerinin kubbesi Ayasofyadan büyüktür, hayır değildir diye tartışılır durulur. Oysa, Ayasofya kubbesinin önemi çapında değil kubbesinin çok basık yapılabilmiş olmasındadır.

Bir gayretle bu konunun özüne yaklaşmaya çalışalım. Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken sanat tarihi hocalarımızdan Kenan Özbel’in kubbe cami ilişkisini anlattığı bir dersi hâlâ aklımda. Çok kısaca; Camiler önceleri bir dizi küçük kubbeler ile genişlerdi. Sonra daha büyük ama az sayıda kubbe ile devam etti, nihayet iki büyük kubbe ile ve en sonunda tek büyük kubbe ile!.. Yani demek isterdi ki, doğal sürecin bir sonucuydu bu, tek büyük kubbeli mekânı oluşturmak.

Osmanlı, Ayasofya’yı çok iyi incelemiş, yorumlamış ve elde ettiği verileri kendi inşaat kültürüne olanca estetik inceliklerle katmış, zenginleştirmiştir. Bununla Osmanlı islâmı, cami inşasında, çoklu küçük kubbe mimarlığını en sonunda tek kubbeye vardırmasıyla Ayasofya’da buluşmayı da gerçekleşmiştir.
Kaldı ki, muhteşem kubbenin yanlara doğru açılma gücünün, zaman içinde, yapıyı yıkmasını önlemek üzere, çevresine yapılan müthiş istinat duvarları ve sırayla dikilen dört minare ile de bina desteklenmiş, ömrü uzatılmıştır.

Ayasofya’nın öncesinde Doğu Roma’da onu hazırlayan bir yapılar zincirinden söz edilmez, sonrasında da uzun yıllar boyunca, Ayasofya’nın etkilediği bir başka yapı denemeleri için de durum, benzerdir. Ayasofya sanki tarihte tek başına birden ortaya çıkan bir mucize yapıdır.

İdris Küçükömer bizim okuldaki bir konuşmasına üniversitedeki odasında hazırlanırken gözü pencereden Süleymaniye’nin kubbesine takılır. Konuşma konusu netleşti diye düşünür. İşte merkeziyetçi yönetimin harika bir simgesi bu kocaman tek kubbe. Hem de onu gerçekleştiren o günün ekonomisi, siyasal gücü ve teknik imkânları ile tam uyum içinde.

Bütün bu anlattıklarım, bir mimarlık öğrencisini elbette etkiliyor olmalıydı. Ayasofyanın içini ve dışını aynı anda gösteren bir çizim çalışmasına girişmiştim. Yapının kuş bakışı görünümü, karpuz dilimi gibi dörtte biri kesilerek içi de izlenir hale geliyordu. Çok çalıştım, lavi tekniği ile ışıklandırdım. Kitaplığa dayadım resmi, ara sıra seyrediyorum. Bir arkadaşım gördü, heyecanlandı, bunu Meydan Larousse’a götür, mutlaka kullanırlar, diye bana gaz verdi. Dediğini yaptım. Gidiş o gidiş, ne kullanıldı, ne bir ses çıktı. Sanırım ansiklopedinin de son zamanlarıydı. Bir gün yönetim yerine gittim Nezihe Araz ile konuştum. Yayın bitti artık, dokümanlar da kimbilir nerede ne oldu, dedi. Canım sıkıldı tabiî ki. Bu yazı belki sebep olur, o çizimi bilen birinin kulağına gider.

Başka bir gözle Ayasofya’ya gidin bir bakın, ama kalabalıklara sakın ola maskesiz karışmayın, evet hapşırık ve öksürük de olmayın, ne gereği var…

Yazarın Diğer Yazıları

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor