Anayasa yazılacak şu sıralar. Yeniden konuşuluyor ve tartışılıyormuş gibi yapılıyor.
Yasaya verilen bu isimle, yasanın içeriği bağdaşır gibi değil, ana yasa! Ana cadde, ana dil, ana fikir, ana vana, ana yemek ve bunun gibi isimlendirmeler ad verdikleri şeyi açıklıyorlar da... Meselâ asıl teşkilât kanunu, bu da anlaşılır bir isim, ne olduğu, neden söz ettiği belli, açıklayıcı. Şöyle ki; Toplum ve koşullar değişir, teknoloji, iletişim, ilişkiler değişir. Dünya değişir. Doğal olarak bütün bunları düzenleyip güvence altına alan kurallar da elbet değişecektir.
İşte bu temel örgütlenme yasasına, zamanında, ‘Anayasa’ adını koyanlar, kendi işlerine gelen beğendikleri kuralları kimse kolayından değiştirmeye kalkmasın diye bu ismi istemiş olmalılar.
Yetmemiş içine de benzer yasaklar koymuşlar, dokunulmazlık kazandırmışlar ve bunları da şiddetle savuna gelmişler. Ama yine de anayasalar değiştiriliyor, değiştirme ne kelime, anası bile ağlatılıyor. Ne var ki acı veriyor, sancılı oluyor. Neden?
Çünkü her şey değişir, değiştirilir ama analık öyle mi? Anne değiştirilemez! Ben büyüdüm, geliştim, o eskidi diye anneden vazgeçilemez. O iffet simgesidir, ona el uzatılamaz, dil uzatılamaz. Tartışma dışıdır.
Bırakın Anayasa’yı değiştirmeyi, sadece ‘Anayasa’ adını değiştirmeyi şaka yollu da olsa, hele bir önerin bakın neler olacağını görün.
Bu temel yasaya verilen ismin kendi içeriğini açıklıyor olması istenmez, istenmiyor. Bugünkü isim tam da arzu edilen isimdir. Analık gibi, annelik gibi kutsaldır, değiştirmeye kalkınca da insan kendini çok kötü hisseder.
Oysa bu ad, zamanında defalarca değiştirilip, düzeltilmişti, anlatacağım.
Temel teşkilat kanunu bir devletin nasıl düzenlendiğini, nasıl biçimlendiğini ve nasıl işlediğini gösteren kurallar bütündür.
Bu konular yaşananlardan yola çıkılarak, tartışılmış ve nihayet üzerinde uzlaşılmış bir kanundur. Bir sözleşmedir. Ama anneyle, sözleşme yapılmaz. Anne ile olan ilinti şarta bağlı değildir, olamaz.
Devletin teşkilâtına ait bu kanunun isimlendirilmesinin tarihi de çok ilginçtir, düşündürücü ve öğreticidir.
Dünya dillerinde bu yasaya verilen ad; oluşum, kurulum, teşkil etme, meydana getirme gibi tanımlayıcı, açıklayıcı anlamlar içerir. Osmanlıda da meşrutiyetlerde bu açıklayıcı “Constitution” sözcüğü o yılların resimli kart postallarında bolca görülür.
Bilindiği gibi, 1876 ve 1908 Meşrutiyetlerinde bu temel yasaya “Kanun-u Esasî ” adı verilmiştir. Açıklayıcı ve anlaşılır bir isim.
1921 ve 1924 Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet meclisleri ise bu asıl yasaya “Teşkilât-ı Esasîyye” der, yine çok açık ve anlaşılıyor.
Ve nihayet 1945 yılında, CHP Meclisi ilk kez “Anayasa” diyor ve kendi yasasına dokunulmazlık ve kutsallık kazandırıyor.
Ne zamana kadar?..
Demokrat Parti, 1950 seçimlerinde meclis çoğunluğunu ve iktidarı alıncaya kadar elbet. 1952 de anne yasanın adı yeniden “Teşkilât-ı Esasîyye” adıyla esas anlamına kavuşuyor.
Ne zamana kadar?..
Askeri yönetimler Teşkilât-ı Esasîyye’yi çöpe atıp, ülkenin yönetimine el koyuncaya kadar.
Evet, 1961 ve 1982 de teşkilat kanununun adı tekrar “Anayasa” olarak yeniden kaleme alınıyor. Zaman içinde sürüp giden tartışmalarda da “Darbe Anayasası” olarak anılıyor ve nitelendiriliyor.
Anne yasa mı, yoksa üvey anne yasası mı orası da pek belli değil. Ve toplum yıllarca üvey anne eziyeti çekiyor, yıllar boyu sopa yiyip duruyor.
Devlet Ana deyiminden mi esinlenilmiştir, acaba? Bilemem.
Ama bana kalsa, pederşâhî bir anlayışın el üstünde tutulduğu bu ülkede, Anayasa değil açıkça ve mertçe “Babayasa” denilmeliydi. Hiç olmazsa ‘niyet’ içtenlikle belirtilmiş olurdu.
Başkan Babalık tartışılıyor ya şimdilerde…
Kimsenin haddi değildir babaya lâf etmek!
Sıkı mı?..
--------------------------o----------------------------