Kendine güvenenlerin, hilesiz hurdasız, yalansız dolansız muktedir olmanın, güç ve cesaretin boy göstereceği, açık yürekli olanın meydana çıkacağı yerler, ahlâklı ortamlardır.
Siyaset, bu nedenle doyurucudur ve çok değerlidir.
Ne yazık ki ülkemiz siyasetinde ahlâk, yukarıda sıralanan sınavlarda her zaman yeterli not alamıyor.
Arkası boş, değnek ucunda oynatılan Karagöz figürü gibi siyaset perdesinde ona buna lâf yetiştiren hayali ahlâk savunuculuğu yapılıyor kendi aralarında.
Perdenin arkasında yanan, yalancının mumu yatsıda titreyip sönünce de sahte ahlâk gösterisi karanlıklara gark oluyor, yoklara karışıyor.
Ahlâk'ın, ahı gidiyor lâk'ı kalıyor, lâk lâk dedikleri.
Başarı, itibar, hükümranlık, otoriter güç kuvvet, yetmeyecektir. İlle, adaletli hak tanır olmak, kibirsiz mütevazı, dinlemeyi bilen dürüst, eli açık aynı anda tutumlu vs. olmak da gerekecektir.
Ahlâk konu edildiğinde dürüstlüğü önermek ve savunmak biraz ayıp olmuyor mu? Siyaset ve sosyal hayatın o kadar temel ölçüsüdür ki ahlâk!
Bir hayli eski yıllarda, "önce ahlâk" diyen bazı siyasetçilerin amaçlarını o zaman anlamamıştım. Esas amaçlar örtülüyor, dikkatimiz dağıtılıyor gibi gelmişti bana.
Toplumcu siyasetin sabırsız gürültüsü ile büyük beklentisi içinde onun bir önceliği yoktu sanki. Elbette ahlâk önemliydi, bu da sıradan ve doğal olan bir önermeydi. Ne var bunda şimdi?
Ahlâkı hatırlatmanın hoşa gitmediği ortamlarda, işlerin kendi doğaları gereği onu anmaya gerek duymadan götürülebileceği gibi bir zihniyet, olgulara dayalı siyasetin de icabı olmalıydı.
Neticede olan ne? Sahte öfke gösterileri, göz korkutma, kendinde güven sanısı yaratan yakası kolalı beyaz gömlek ile düzgün cümle kurma sahneleri, durup durup birbirini kötüleme, her şeyin suçlusu sayma, görünen görünmeyen tek amacın statükonun devamından ibaret olan bir ahlâk anlayışı…
Yönetimin böyle olduğu bir yerde toplumu oluşturan bireyler, kendi çıkarlarını gücü gücüne yeten yöntemiyle ve kendi kişisel hukuku ile korumaya çalışacaktı. Öyle de yapıyorlar. Bu koşullarda en büyük korku ve en işe yarar gibi görünen silâh şiddet ise tabii ki karşılığını da aynen bulacaktı.
Ahlâk'ın ahı gidiyor vah'ı kalıyor, vah vah, dedikleri.
Hayat mücadelesinde kaybetmektense ahlâkı es geçmek evlâ mıdır? Hatta desiseye bile hile karıştırmakla elde edilecek düzmece değerlere razı gelmek, böylece görünüşü kurtarmak, imrenilecek örnek tavır olabilir mi hiç?
Ahlâk dedikleri, neşeli kederli, telâşlı yoğun, üşengeç çalışkan ve bunlar gibi alınıp bırakılabilen özelliklerden biri değil ki, insanın, bütün gel gitlerine rağmen, karşısındakine ve de kendine sağladığı güvenceden sarfınazar edilebilir mi?
Ahlâk ile vicdan el ele tutuşmuş kan kardeştirler.
Söylemeye çırpındığımız bu yazının hedefi ve amacı buraya kadar yeterince anlatılamadıysa, bundan sonrası zor anlaşılır.
İyisi mi, burada kesiyorum, ahlâkın ahını alıp lâk lâk'ını size bırakıyorum. Ahh!..