01 Ağustos 2020

Bayram hikâyesi

Yapmayın Sayın Kalın, bizler aynı gemideyiz. Bizi safra olarak görüp atmak istediğiniz hissine kapılıyoruz uzun zamandır. Safralardan kurtulursanız kanatlanacağınızı sanıyor olabilirsiniz. Ama anlayın artık, biz safra değil, teknenin salmasıyız. Salması düşen tekne ters yüz olur, ilk önce de en yukardakiler batar, bilesiniz…

İstanbulda güzel bir bayram sabahı. Köpeğim Dagu ile dolaşmaya çıktık. Kadim Galata semtinin sokaklarında, kendi mevzilerini korumak için Dagu'ya havlayan sokak köpeklerine selam sarkıttık. Peynirli menemenimi Dagu ile paylaştım. Çayımı içerken Twitter'a göz gezdireyim dedim. Beni şaşırtan bir tweet. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sayın İbrahim Kalın'dan. Birisi paylaşmış da gördüm, yoksa ben kendisini takip etmiyorum, etmeye de niyetim yok. İktidar adamlarının söyleyip ettiklerini öteden beri samimi bulmam. Nur yüzlü de olsalar, çatık kaşlı da, Washington'dan da sallasalar tweet'i, Ankara'daki akıllı telefona da tuşlasalar değişmez. Amaç "Kutsal İktidarı" hoş göstermek, ilelebet payidar olmasını sağlamaktır.

Yine de ilgimi çekti tweet. Aynen şöyle yazmış Sayın Kalın:

"Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı.

Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır."

Masal, bizim coğrafya falan deyince, bu bayram sabahında beni aldı götürdü bu tweet Binbir Gece Masalları'na, Borges'e, daha nicelerine. Severim masalları, yalnız bizim coğrafyamızın masallarını değil tabii. Tüm insanlığın ürettiği kültüre sahip çıkar, benimserim. "Şahsım", kendimi naçiz bir dünya vatandaşı olarak görmekteyim. En üst kimlik olarak da, din, dil, ırk gibi kimlikleri köşeye koyup, Dünya Gezegeni'nde yaşayan bir insan olmayı benimserim öncelikle. Yani bana sorsanız sen kimsin diye, Dünyalıyım derim.

Bir konuşmamda bunu dile getirmiştim:

"Dünyalı olmayı benimserseniz, ki isteseniz de istemeseniz de zaten en üst kimliğiniz dünyalı olmaktır, o zaman dünyayı daha barışçı daha şiddetten uzak olarak kucaklayabilirsiniz. kendi kimliklerinize de sahip çıkabilirsiniz. dünyaya böyle baktığınızda yalnızca diğer insanlara değil, diğer canlılara da sahip çıkarsınız. Dünyayı yurdunuz olarak benimserseniz o zaman bütün insanlar kardeşiniz, bütün hayvanlar evinizde beslediğiniz can dostunuz, bütün bitkiler balkonda baktığınız çiçeğiniz olur. O zaman ozon tabakasını da, denizleri de, üzerine HES yapılan akarsuları da, dağlarında siyanürle altın aranan köyleri de ciddiye alırsınız, önemsersiniz."

İbrahim Bey'in benim gibi düşünmediği açık. O kendince, yenice yazmaya başlayacağımız, kendi hikâyemize odaklanmış ve yüz elli yıldır bu topraklarda anlatılanın da başkalarının hikâyesi olduğunu düşünüyor. 2020'den yüz elliyi çıkarınca 1870'e geliyoruz. İbrahim Bey, Tanzimat ve Cumhuriyet'in bizi getirdiği ve coğrafyamızdaki diğer dindaşlarımıza göre yaşadığımız farklı, modern hayatı hoş bulmuyor anlaşılan. "Modernleşme adı altındaki başkalarının hikâyeleri" bunlar diyor.

Ya da şunu mu demek istiyor acaba? Modernleşme adı altında biz taklitçi, montajcı, başkalarının ürettiğini sahiplenip yürüyen, onlara gıpta eden bir toplum olduk, işte şimdi bunu değiştirme zamanı geldi. İnsanın rüyasında görüp mutlu bir gülümsemeyle uyandığında yazabileceği bir tweet. Ama uyandığı anda, bu yüz elli yılın, son yirmi yılında ülkeyi yöneten heyet olarak memleketin geldiği noktayı görüp, en azından tweet'ini silebilirdi İbrahim Bey.

Kalkınma ve ülkenin büyümesinden yalnızca inşaat yapmayı anlayan bir siyasi hareket. Yerli araba üreteceğim diye yola çıkıp yabancıya tasarım yaptırıp, yabancı ülkede, yabancıya prototip ürettirip, bunu da kendi hikâyemiz diye tweet'leyen muzip hikâyeciler. Ülkemizin Sayın Kalın'ın beğenmediği döneminde, kamu tarafından yapılmış, kurulmuş fabrikalarının, limanlarının, iletişim sisteminin neredeyse tümünü "başkalarına" satmış, elde ettiği astronomik kazancın çimento dışındaki kısmının nereye gittiğini bilmediğimiz, yani son yirmi yıla gelene kadar bayağı bir üretim tesisi, liman baraj vb… sahibiyken, an itibariyle elimizde fazla bir şeyin kalmadığı, merkez bankası rezervlerinin, ihtiyaç akçesine kadar tükendiği ve her ay geçmediğimiz köprülerin, otoyolların, yatmadığımız hastane yataklarının parasını ödediğimiz içler acısı bir haldeyiz. Hikâye yazmaya başlamak için iyi bir zaman. Dibe vurduğumuza göre, adı da "Dipten Gelen Dalga" olabilir mesela.

Ekonomiyi bir kenara bırakalım, eğitimde son yirmi yılda bizi getirdiğiniz nokta, medreseleşmenin bir tık altı. Objektif kriterlere göre yapılan değerlendirmelerde dibe demir atmış öğrencileri, üniversitelerinin kahir ekseriyetinde bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan rektörleri, yap boz tahtasına dönmüş bir eğitim sistemi… Medrese deyince, yenice camiye çevirdiğiniz Ayasofya'nın medresesinde müderrislik yapmış Ali Kuşçu gibi bilim insanları ve taa Tebriz'den onu oraya davet eden II. Mehmet gibi bilim aklıyla hareket eden yöneticiler gelip bugün sizin ülke eğitimini getirdiğiniz yeri görse herhalde üzüntüden kahrolurdu. Bu eğitim sisteminde ve kurumlarında yetişen gençlerimiz mi yazacaklar kendi hikâyemizi? Belki bir hikâye yazılır da, bizim dışımızdaki coğrafyamız dahil, o hikâyeyi basacak dergi bulamazsınız Sayın Kalın. Anca havuz medyasında tefrika ettirebilirsiniz, o kadar. 

Oldukça etkili ve yetkili bir mevkidesiniz. Herhalde görüyorsunuzdur, AK Parti iktidarının demokrasi, basın özgürlüğü, hukuk, ekonomi gibi, zayıflarla dolu karnesinde, en düşük not kültür - edebiyat alanında. Hangi masal, hangi edebiyat? "Sizin mahallenizin" en iyi şairleri İsmet Özel, Sezai Karakoç bile cumhuriyetin eğitim sisteminde yetişmiş, Milli Eğitim Bakanlığı klasiklerinin yeşerttiği bir atmosferde büyümüştür (Sizin mahalleyi tırnak içinde yazdım, çünkü adı geçen iki şair benim de şairlerimdir. Nasıl özel hayatında yaşadıklarını ağır eleştirsem de şiirlerine bayıldığım Cemal Süreya benim şairimse, dünya görüşü olarak çok farklı yerde durduğum bu iki şair de benim de şairimdir). Sizin döneminizde, sizin rahle-i tedrisinizden geçmiş, retorik dışında söyleyecek sözü olan kaç entellektüel, yazar, çizer çıktı da şimdi hikâye yazacaklar? Gülerim ağlanacak halimize.

Sayın Kalın siz de, sözcülüğünü yaptığınız Sayın Cumhurbaşkanı da, sizin iktidarınızın adamları da, kadınları da bizi ötekileştirip duruyorlar. Bu ülkenin yakın tarihini yok sayma eğilimindesiniz. Gün geçmiyor ki bir hutbede, bir tweet'te, bir gazete sütununda, bir siyasetçinin konuşmasında yakın tarihimiz karalanmasın. Bütün dünyanın, Hindistan'dan, Küba'ya, Afrika'dan Avrupa'ya, Amerika'ya, saygı duyduğu, alt - orta gelir düzeyindeki birçok ülkenin, birçok İslam ülkesi vatandaşının, birçok Müslüman aydının gıpta ettiği Türk modernleşmesini, bir tweet'le çöpe atmaya çalışıyorsunuz. Bakın ben beyin cerrahıyım, bugün dünya beyin cerrahisi sahnesinde en çok ağırlığı olan uluslardan biridir Türkler ve bu noktaya hiç şüphesiz, Atatürk Cumhuriyeti'nin inşa ettiği iklimde yetiştiğimiz için ulaşabildik. Yapmayın Sayın Kalın, bizler aynı gemideyiz. Bizi safra olarak görüp atmak istediğiniz hissine kapılıyoruz uzun zamandır. Safralardan kurtulursanız kanatlanacağınızı sanıyor olabilirsiniz. Ama anlayın artık, biz safra değil, teknenin salmasıyız. Salması düşen tekne ters yüz olur, ilk önce de en yukardakiler batar, bilesiniz…



Not: Sayın Kalın, size ve ailenize iyi bayramlar diler, bizim coğrafyanın masalcılarından Şeyh Sadi Şirazi'nin "Bostan ile Gülistan" adlı eserindeki ‘Zalim Hükümdar' isimli hikayeyi okumanızı öneririm bu bayram günlerinde.

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"