28 yaşındaydı.
28 yıl önce öldürüldü.
Gazeteciydi.
Polis şiddetini görüntülerken, haberleştirirken, polis şiddetine uğradı.
Sadece haber yaptığı için, polis şiddetine tanık olduğu için, döve döve öldürdüler Metin Göktepe'yi.
8 Ocak 1996'da, cezaevinde öldürülen iki tutuklunun cenazelerini Evrensel Gazetesi muhabiri olarak izliyordu.
Polis cenazeye katılanlarla birlikte gözaltına aldı.
Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürülen bin kişi arasındaydı.
"Gazeteciyim" dedi, ama polisler "gazeteciye özel muamele" diyerek dövmeye başladılar. Döve döve öldürdüler.
Devlet resmi yalana sığındı.
İstanbul Valisi "Gözaltına alınmadı" dedi
İçişleri Bakanı "Duvardan düşerek öldü" dedi.
Savcı "Gözaltına alındı ama serbest bırakıldı. Ama Eyüp'te bir çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düşüp öldü" dedi.
O zamanlar Hürriyet Gazetesi'nde muhabir olarak çalışan, benim de içinde olduğum gazeteciler, devletin "resmi yalanına" inanmadı. Dosya didik didik edildi. Metin Göktepe'nin gözaltında dövülerek öldürüldüğü kanıtlandı.
Devlet resmi yalanını itiraf etmek zorunda kaldı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, Başbakanı Tansu Çiller de "polis cinayetini" kabul etmek zorunda kaldılar.
Soruşturma dosyası valilik, mülkiye müfettişleri, savcılık, idare mahkemesi arasında pinpon topu gibi gitti geldi, TBMM devreye girdi, nihayet polisler hakkında dava açıldı.
İlk duruşma 15 Temmuz 1996'da İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemes'inde yapılacaktı.
"Devletin derin eli" yine devreye girdi.
Bugün herkesin "derin Mehmet" diye tanımladığı, Mehmet Ağar Adalet Bakanlığı koltuğunda oturuyordu.
Adalet Bakanlığının talebiyle ilk duruşması bile yapılamadan dava İstanbul'dan Aydın'a nakledildi.
Aydın'daki ilk ve son duruşmaya elbette sanıklar katılmadı.
Derin el bir kez daha devreye girdi. İkinci duruşma için 29 Kasım'a gün vermişken, dava bu kez Afyon'a nakledildi.
Yani duruşma il il dolaşacaktı.
Türkiye'nin hangi iline kaçırılırsa kaçırılsın, duruşmaya ilginin azalmayacağını gören muktedirler, "Bari Afyon'da bitsin" dediler herhalde.
Bir küçük not 29 Kasım'da Afyon savcısı dosyanın kendilerine ulaşmadığını açıkladı. Bu kez posta engeline takılmıştı cinayet dosyası.
Bir küçük not daha.
Soruşturma açılınca açığa alınan polisler dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'in emriyle 27 Aralık'ta görevlerine iade edildi. Ama kamuoyunun tepkisiyle 18 gün sonra yeniden açığa alındılar.
Nihayet 6 Şubat 1997'de Afyon'da ilk duruşma yapılabildi.
Bizler, yani Göktepe cinayetini izleyen gazeteciler, otobüse doluşup soğuk bir kış gününde Afyon Adliyesi'ndeydik.
Herkes oradaydı. Avukatlar, Gazeteciler, siyasiler, milletvekilleri ve elbette davaya sahip çıkan halk.
Hatta Brüksel Barosu temsilcileri bile...
Ama elbette sanık polisler yoktu.
Bir sonraki duruşmada bazı polisler hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi. Ama onlar yine duruşmalara gelmiyordu.
Sanıkların mahkemeye getirilmesine dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın "talimatı" da yetmiyordu. O dönem çalıştığım Hürriyet gazetesinde Başbakan'ın açıklaması manşet olunca polisler teslim oldu.
Ama bitmedi.
Polisleri tutuklayan hakim sürgün edildi.
Biz gazeteciler, her duruşmada Afyon'a taşındık. Dosyayı didik didik ettik, her duruşmayı haberleştirdik.
Metin Göktepe'nin gözaltında katledilmesinden tam 26 ay sonra karar çıktı.
Son duruşmada son sözleri sorulduğunda "vicdanımız rahat" diyen o polisler mahkûm oldu.
Yine bitmedi.
Yargıtay dosyayı "usül yönünden" bozdu.
Yeniden Afyon yolu gözüktü.
Bu arada polisler birbirine düşmüştü, birbirlerini suçluyorlardı.
Mahkeme beraat ettirdiği bazı polislere de ceza verdi.
Dosya ikinci kez yargıtaya gitti. 2000 yılında da sadece altı polisin cezası onandı. Emri verenler, görevlerine devam etti ve "herkesten kaçırılan" dosya kapandı.
Davanın kısa öyküsü böyle.
Bugün 28 yıl sonra Metin Göktepe yine mezarı başında yine anıldı.
Yani Metin Göktepe unutulmadı, unutulmayacak.
Ama o polislerin isimleri lanetle unutuldu gitti.