Pazar günü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun kollarında jandarmalarla katıldığı annesinin cenazesindeki bir tür hayatımızın/ülkemizin özeti gibi hüzün dolu görüntülerinin etkisinden kurtulamadan, dün de yine İzmir’den Hacettepe Tıp’tan hocamız Prof. Dr. Namık Çevik’i bir sokakta karşıdan karşıya geçerken kendisine çarpan arabanın neden olduğu kazada kaybettiğimiz haberini aldık. Bu tür haberlerin insandaki ilk etkisi, “işte hayat böyle bir şey; 84 yıl bir çok şey için çırpınırsın, yaşının ilerlemesine, arka arkaya gelen zor hastalıklara aldırmamaya çalışarak, yeni işlerde kendini bulmaya çalışırsın ama işte aniden çarpan araba ile bitiverir her şey” düşüncesi oluyor. Ben ise onu Hacettepe Çocuk Hastanesi’nin koridorlarında, toplantı salonlarında telaşlı, heyecanlı, biraz yüksek sesle ama sevecen bir sesle konuşan hali ile hatırlıyorum. Öğrencilik yıllarımızda ve sonrasında yakın ilişkimiz olmadı ama bizim gibi insanları tanıdığını, onların dünyasında olmasak da ne yaptığımızı bildiğini hissettiren bir hoca imgesi kalmış aklımda.
Prof. Namık Çevik, kendisinden çok uzun zaman önce yitirdiğimiz Prof. Dr. Yunus Müftü gibi İhsan Doğramacı’nın çok yakınında olan ve kariyerlerini ona bağlayan pediatri hocalarındandı. İkisi de Hacettepe Çocuk Sağlığı Enstitüsü ve Hacettepe Çocuk Hastanesi Başhekimliği yaptılar ve mesleki enerjilerini daha çok yöneticiliğe ayırdılar. Bizler, yani 1980’li yılların başında Hacettepe Tıp Fakültesi bitiren öğrenciler, onların güçlü kişiliklerini hep hissederdik ama Namık hoca örneğinde ben hep aynı dönemin hocalarından Prof. Dr. Ümit Saatçi’de ve Prof. Dr. İmran Özalp’da gördüğüm öğrencilerini sevmek, onlara her koşulda sevecen davranmak, destek olmak gibi olumlu özellikler hatırlıyorum. Bir de tabi, Prof. Dr. Yunus Müftü örneğinde bugünden bakıldığında ülkemiz çocuk sağlığı için çok önemli bir ilerleme olan 1985 Ulusal Aşı Kampanyası’na liderlik etmek, Namık hoca örneğinde ise İzmir’de Hacettepe modelinde bir üniversite yaratmaya çalışmak gibi misyonerlik olarak görebileceğimiz özelliklerini anmamız gerekiyor.
Hiç kuşku yok ki Hacettepe Pediatri’nin ilk kuşak hocalarının bir kısmı, İhsan Doğramacı’nın gölgesinde ve hep onun yörüngesinde olmanın, hep düzen adamı olmanın, çevrelerindeki çok önemli haksızlıklara duyarsız olmanın yükünü de taşıdılar. Bu bakımlardan bir çok eleştiri de aldılar ama ben yine de onların ileriye baktıklarını, çalıştıkları kurumları ileri götürme ve işlerini batı standartlarında yapma gayreti gösterdiklerini söylemek isterim.
Hacettepe Tıp Fakültesi’nin bitiren eski kuşak öğrencilerde Prof. Dr. Nusret Fişek’in kişiliğinde toplum hekimliği felsefesinin ve çocuk hastanesinin 8 katındaki bugün bile beni heyecanlandıran toplantılarında dile gelen yüksek nitelikli çocuk hekimliği bakışının etkisi belirgindir. Ben bu iki etkinin birbirini tamamladığını düşünenlerdenim ve bugün ülkemiz bir çok açıdan tarihinin en çorak zamanlarını yaşarken aslında bilimde ve tıpta Ankara geleneği diyebileceğimiz ve hekimliği hemen her zaman misyonla yan yana gören bir geleneğinin temsilcilerinden birisi olan hocamızı yitirdiğimiz için üzgünüm. Bu yazıyı, biraz da Namık hocadan belleğimde kalan seslerle, herkese güzel selam verişi ve kucaklayışından kalan anılarla ve kendime hocalarımızın yerini doldurabiliyor muyuz? Onların misyonlarını sürdürebiliyor muyuz? sorularını sorarak yazıyorum. Dilerim, yaptıklarımızla ve esas öğrencilerimize verdiklerimizle onların haklarını ödeyebiliyoruzdur.