“..Ve kavraması zor da olsa, ortaklığa yalnızca farklılıkları vurgulayarak, her şeyden önde tutarak ve sürekli çoğaltarak ulaşabiliriz” (Hannah Arendt)
Bilebildiğimiz kadarıyla organizmada fonksiyonlar ya da yaşam etkinlikleri (düşünme, hissetme, anlama, sevme, gülümseme, kızma vb.) genler üzerinden gerçekleşen bir belirlenme sonucu gerçekleşir. Bu belirlenmenin gerisinde karmaşık, bir o kadar da “zengin” ve sayılamayacak miktarda sinyal iletiminin olduğunu biliyoruz. İçten bir gülümseme ya da yürümeye başlarken çocukların hissettiği sevinç esnasında hücrelerimizde olan biteni anlatmanın imkânsız olduğu söylenebilir; bunun için hücrelerin dilinden “anlamak” ve bunu şu konuştuğumuz dile “çevirmek” gerekir. Esasa gelerek söyleyecek olursak, insanın tinsel/bedensel hallerinin gerisinde, yani bir imkanın fonksiyona dönüşmesinde yani “imkâna tutulma”nın* gerisinde, hücrelerin dirimsel yönelişinin engelsiz işleyişi yatar. Bu engelsiz işleyişe “özgürlük” diyebiliriz. Hücrenin sonsuzluğundaki bu gerçekleşme sürecinde “özgürlük” sorunu olsa; örneğin hücrelerin çoğalması, sinyal iletimi, zamanı geldiğinde ölmeleri (apopitosiz) engellense nasıl hastalıklar oluşuyor ya da esenlik kayboluyorsa aynı şeyin bireyler ve toplum için de söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Özgürlük, öncelikle hücrelerimizin bir ihtiyacıdır. Bir yere yöneldiğinde engellenen salyangozun artık tekrar aynı yöne yönelmediği ve bunu bir “nedbe-olumsuz anı” olarak sakladığı gibi**, insanın gerçekleşme süreçlerindeki her türden engellenme/baskı da benzer bir etki ile insanın, toplumun canlılığını, sevincini, üretimini zedeler. Bunu, suların yönünün, yaprakların renginin, çocukların konuşmasının, ayçiçeklerinin güneşe yönelmesinin engellenmesi gibi düşünebiliriz. Biraz daha gündelik yaşam düzeyinde konuşursak özgürlüğün, insanın gelişmesi, katkıda bulunması ve bundan mutluluk duyması kadar, milyarlarca insanın günlük eyleminin bir bileşkesi olarak tanımlanabilecek “determinizm”in ve bir bakıma toplumdaki normal dağılımın oluşması için de gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi istatistikte normal bir spektrumdur ve ölçülebilen şeylerin +2 ile -2 standart sapma (SD) arasındaki dağılımını anlatır. Normal, dogmatiklerin sandığı gibi ortalama değildir; bunun ötesinde normal, kibirlilerin sandığı gibi +2 SD hiç değildir. İnsanlara ve topluma özgürlük alanı tanımak için normalin +2 ile -2 standart sapma arasında dağıldığını, yani aslında bir TV konuşmasında psikiyatrist Cem Kaptanoğlu’nun söylediği gibi “gri zonun” bir özgürlük alanı olduğunu kabul etmek gerekir. Her türden otoriteryenizm, insanlara “siyah/beyaz” dayatmasında bulunarak, normal kavramını bozmaya çalışır ve normali kendi belirledikleri bir eğilim (dinsel, siyasi, ahlaki vs) olarak insanlara dayatır. Tarih, hayatın akışını bu şekilde bükmeye, kırmaya çalışanların örgütlü eylemleri ile doludur ve onların bazen sonu soykırıma kadar giden sapmalarla toplumlara ağır bedeller ödettiklerini de biliyoruz.
Öte yandan özgürlük, toplumsal şiddetin önlenmesinin yegane temelidir. Baskı gören çocuklarda olduğu gibi insanın varoluşuna (benliğine) hürmet etmemenin ağır bir huzursuzluk yarattığını ve şiddeti teşvik ettiğini, herkes kendi çocuklarını yetiştirirken bile görebilir. Nasıl doğadaki farklılıklara izin vermemek (çam ağaçlarının yapraklarının, kiraz ağaçlarından farklı olmasına mesela) bir tercih sorunu değilse, insanların farklılıklarına, örneğin anadillerini istedikleri gibi kullanmalarına izin vermemek de tercih sorunu değildir. Bu anlamda da insan doğanın bir parçasıdır.
Zaten özgürlükle ile ilgili gerçek sınama, kendi özgürlüğümüzü yaşayışımızla değil, başkalarının varoluşuna, farklılığına, özgürlüğüne olan tutumumuzla yapılabilir. Bir toplantıda çocukların söylediği gibi sürekli insan haklarından bahseden anne/babalarının “Roman vatandaşların çocuklarından uzak durun” demesi, nasıl “çocuk varoluşunun”*** gölgesiz dünyasına aykırıysa, farklı görüşte olanları dışlayan, baskı altına alan bir zihniyetin herhangi bir konuda özgürlükçü olması pek mümkün değildir.
Prof. Dr. Şükrü Hatun
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet
Bilim Dalı Başkanı
Okuma önerileri
*Balina-Gülten Akın
http://www.siir.gen.tr/siir/g/gulten_akin/balina.htm
** Yaratma Cesareti- Rollo May
http://www.metiskitap.com/catalog/book/4371
**”Çocuk varoluşu” kavramı için- Engin Geçtan, Rastgele Ben.
http://www.metiskitap.com/catalog/book/5935