11 Mart 2015

Kıbrıs’tan haberler....

Derviş Eroğlu çizgisindekiler, hükümetlerden ve partilerden bağımsız olarak ülkemizdeki asker ve sivil bürokrasinin 'temsilcisi' gibiler

İlk kez gittiğim 1993 yılından beri Kıbrıs’a her gidişimde sanki ilk kez görmüşüm gibi etkilenerek ama esas ruhum masalsı yankılarla dolu olarak dönerim. Bunda çocukluk yıllarından itibaren radyo ve televizyonlardaki Kıbrıs’la ilgili haberleri okuyan spikerlerin sesleri ile belleğimize yerleşmiş; Lefkoşa, Girne, Güzelyurt gibi yerleri görmenin heyecanı kadar, 1960’ların başından itibaren Kıbrıslıların yaşadıkları acıları, tutsaklıkları, katliamları sanki bugün olmuş gibi anlatmalarının da etkisi vardır. Her defasında azınlık olmakla ilgili, bir günde bütün geçmişini bir daha hiç geri dönemeyeceği bir köyde bırakıp göç etmek ya da hâlâ hakkında hiç bir bilgi edinilemeyen kayıp bir babası olmakla ilgili öyküler dinlerim ve sevgili arkadaşım Emete İmge’nin deyimiyle aslında “tutsak” oldukları yılların etkisinin ömür boyu sürdüğünü hissederim. Bu kez de Kıbrıs Türk Tabipleri Odası Başkanı çocuk hekimi Dr. Cemal Mert’in davetiyle çocuk diyabeti ve endokrinoloji konularında konuşmak üzere Kıbrıs’a geldim ve toplantı ertesi Kormacit, Girne hattında arkadaşlarımla ada insanlarına özgü iyilik, sadelik ve cömertlik dolu bir zaman geçirdim.

Kasap Yorgo ölmüş...

 

Her zamanki gibi Lübnan kökenli Maronit’lerin yaşadığı Kormacit Köyü’ndeki “Kasap Yorgo’nun Yeri”nde yemek yedim, kaybolan kültürlerini köy ilkokulunda açtıkları müzede canlı tutmaya çalışan bu köyün esenlik ve huzur dolu sokaklarında dolaştım ve arkadaşım Belgin Demirel’in dostu Gedula’nın evinde bezelye ayıklayan köylü kadınları ile oturup kahve içtim. Bu kez “Yorgo’nun Yeri”nde hüzün vardı, çünkü Kasap Yorgo birkaç ay önce hayatını kaybetmişti. On üç yaşından beri kasaplık yapan karısı Christina ve kızı Maria yine herkese ancak tadanın bilebileceği lezzette yemekleri yetiştirme telaşında idi ama yüzlerinde bu kez baba/eş kaybı yorgunluğu okunuyordu. Bizi her zamanki gibi “Doktor hoş geldin” diyerek karşıladılar ve Christina, Yorgo’yu kaybettiğinden beri kolunun kanadının kırık olduğunu, ama onu bir çok devlet yetkilisinin de katıldığı büyük bir törenle toprağa verdiklerini anlattı. Kıbrıs’taki en büyük Katolik kilisesinin bulunduğu Kormacit köyünde yalnızca yaşlılar yaşıyor ama son yıllarda güneyde oturan çocuklarının köylerdeki evleri onarmaları ile köyün güzelleştiği de görülüyor. Bana bu köy, dünyadaki en huzurlu yerlerden birisi olarak görünür ve Gedula’nın bahçesinde kahvemizi içerken ona kendi köyümdeki akraba kadınlardan birisi gibi yakın hissettiğimi düşünüp şaşırırım. Bu kez Kormacit’ten sonra deniz kenarındaki yoldan giderek Girne’nin yamaçlarında kurulu İngiliz köyü olarak bilinen Karmi köyüne de uğradık ve orada dünyanın birçok yerinden hali vakti yerinde olan insanların denizle dağların arasında Kıbrıs adasının tarihine ve doğasına saygılı uygar bir yaşamı sürdürdüklerine tanık olduk. Tanıdığım Kıbrıslılar dostluğu ve insan sıcaklığını her şeyin üstünde tutan, yabancılaşmamış ve mutluluğu insanda arayan kişiler. Ben de her defasında onların teklifsiz konukseverliğinden etkilenirim ve içim onlarla dolu olarak dönerim.

Kıbrıs’ın gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimleri...

 

Kıbrıs’ta bir ay kadar sonra Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Adanın Türkiye’ye bağımlı ekonomik yapısını ve son yıllarda “kumarhane turizmi” ile biraz canlanan ama aynı oranda yozlaşan toplumsal hayatını ve hâlâ kolonyal bir yönetim altında oldukları hissini her adımda fark ediyor insan. Annan Planı günlerindeki “çözüm heyecanı” da artık yok ve bıkkınlığın seçim kampanyasının da sönük geçmesine neden olduğu söyleniyor.

Seçimin esas olarak üç aday arasında geçeceği anlaşılıyor. Bunlardan birisi şu andaki cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu. Eroğlu, Denktaş çizgisini sürdüren, tarihsel statükonun devamından yana bir lider. Rumlarla anlaşma yapılabileceğini söylüyor ama esas olarak iki ayrı devleti, bu olmazsa iki ayrı devlete dayalı zayıf bir birlik kurulmasını savunuyor. Bu tezin zayıf noktası, mevcut uluslararası hukukun bu görüşün aleyhinde olması. Eroğlu çizgisindekiler, hükümetlerden ve partilerden bağımsız olarak ülkemizdeki asker ve sivil bürokrasinin “temsilcisi” gibiler. Bu grubu geçmişte Rumlarla olan çatışmaların anıları ile dolu eski kuşak ve milliyetçi propagandadan etkilenenler destekliyor. Bu grup aynı zamanda Türkiye kaynaklı ekonomik destekleri büyük ölçüde yönlendiren ve paylaştıranlar. Şu anda CTP ve Demokrat Parti koalisyonu var ama Serdar Denktaş’ın partisi, ilk kez bu seçimde “bağımsız” olarak yarışacak olan Eroğlu’nu destekliyor.

 

CTP’nin adayı: Dr. Sibel Siber...

 

CTP’nin adayı, tanınmış dahiliye uzmanı Dr. Sibel Siber. Kendisi hastaları tarafından sevilen, aydın ve hümanist birisi olarak biliniyor. Aday olmasında en önemli etken olarak kendi yaşamında mesleğe başlarken yaşadığı, bir sınavda birinci olmasına rağmen iktidara yakın bir tanıdığı olmadığı için işe alınmama travmasını anlatıyor. Yani daha adil bir toplum için çalışacağını söylüyor. İki dönemdir CTP’den milletvekili ve halen Meclis Başkanı; 3-4 aylık geçici başbakanlık döneminde ise insanların beğenisini kazanmış. Seçim çalışmalarında statükodan çıkmanın bir yolu olarak batı türü bir demokrasiyi öneriyor. Kıbrıs sorununun çözümünde ise uluslararası hukuka uygun birleşik; federal, iki bölgeli/iki toplumlu yapıyı savunuyor. Bütün bunlara karşın Dr. Sibel Siber’in politik deneyiminin az olduğunu ve birçok konuda üzerinde iyi çalışılmış görüşleri olmadığını, kadın hakları gibi konularda daha önce dişe dokunur bir çabasının olmadığını, daha çok hekimlikten elde ettiği ilişkilerle tanındığını söyleyenler de var.

Seçimlerde giderek daha çok şans tanınan aday ise Kıbrıs’ta hem politik görüşleri hem de dürüst ve aydın kişiliği ile Ecevit çizgisindeki bir politikacı olarak bilinen Mustafa Akıncı. Akıncı’nın, 1976-1990 arasında yaptığı Lefkoşa Belediye Başkanlığı dönemi hâlâ hatırlanıyor. Kendisi mimar ve Rum meslektaşı Demetriades ile birlikte hazırladığı Lefkoşa Master Planı, BM Özel Ödülü’ne layık görülmüş. Özellikle Lefkoşalılar iki toplumlu bir proje olan Lefkoşa Kanalizasyon Projesi’ni unutmuyor. Uzun yıllar Toplumcu Kuruluş Partisi’nin Başkanlığını yapmış ve 2009 seçimlerinde aday olmayarak aktif siyaseti bırakmış. Son yerel seçimlerde kendi partisinin (Toplumcu Demokrasi Partisi) genç üyelerinden Mehmet Harmancı’nın Lefkoşa Belediye Başkanı seçilmesinin ve bu kampanyada Akıncı’nın etkisinin onun tekrar aktif siyasete dönmesine vesile olduğu söyleniyor. Akıncı şu anda daha radikal bir söyleme sahip ve Kıbrıslı Rumlarla birleşik federal bir devleti savunuyor ama bunun ötesinde Türkiye ile ilişkilerde “dik ve onurlu” olmayı yani daha bağımsız bir çizgiyi savunuyor. Başbakan Yardımcısı iken, zamanın Türkiyeli Komutanı’na karşı sert çıkışı ile biliniyor. Toplum içinde daha çok Türkiye’nin yanlış uygulamalarına tepki duyan kesimlerden destek alıyor. Bunun yanında benim arkadaşlarım gibi sol geleneğe samimi olarak bağlı ve daha iyi bir toplum için çalışmaya devam eden insanlar da ona güveniyor.

 

Seçim heyecanı yok ama ikinci tura kimlerin kalacağı önemli...

           

İkinci tura Derviş Eroğlu ile birlikte kimin kalacağı en önemli soruyu oluşturuyor. Eğer ikinci tura Eroğlu ile Mustafa Akıncı kalırsa, Akıncı’nın seçilme şansının yüksek olacağını söyleniyor. Bunun yanında K. T. Tabipleri Birliği çerçevesindekiler; hümanist ve insanlara yakın, güvenilir kişiliği ve eski politik kavgalarla yıpranmamış olması nedeniyle Sibel Siber’in de şanslı olduğunu söylüyorlar. Konuştuğum Kıbrıslı’lar inandıkları liderlerin fos çıkmasından muzdaripler. O yüzden kimsenin arkasından heyecanla gitmediğini söylüyorlar. Belki bu bir avantaj olabilir. Yani insanlar duyguları ile değil, hayatlarında ne değişeceğine bakarak karar verebilirler.

Yazarın Diğer Yazıları

Diyabet tedavisinde ergenlik çağında sensörlerin ödenmesine sınır getirilemez!

Sensörlerin sadece 14 yaş altı için SUT kapsamına alınması ve ergenliğin fırtınalı döneminde kesilmesi büyük hata olur ve bilimsel değildir

14 Kasım Dünya Diyabet Günü için mesajlar

Bir kez diyabetle karşılaşınca geçmişi geride bırakıp, geleceğe bakmak; diyabetle barışık bir yaşam sürmek en iyisidir. “Arkadaşım Diyabet”, işte bu felsefenin adıdır ve yıllardır diyabet kamplarında biriken duyguları/düşünceleri/deneyimleri yansıtmaktadır

Ahmet Özer’in yürüyüşü

Ahmet Özer’in gözaltına alınış videolarını izledim. Polis arabasına doğru yılların dertlerini yüklenmiş birisi gibi, yere incitmeden basarak Ahmet Türk’e benzer şekilde yürümesi dikkatimi çekti hemen

"
"