Sevgili Bahar,
Seni ilk kez bundan 5 yıl kadar önce İznik Diyabetli Çocuklar Kampı’na arkadaşın Ali Ekber ile geldiğinde görmüştüm. Seni ilk gördüğümde utangaç açan bir çiçek gibi düşünmüştüm; duyarlı ve akıllı olduğunu, içinde bir çok şey biriktirdiğini hissetmiştim. Sonra biliyorsun hepimiz seni ve arkadaşlarını bağrımıza bastık ve sen o olgun halini hiç yitirmeden bütün yapraklarınla çiçek açtın. O kadar ki kampın son gecesi benimle dans ettin ve herkesi şaşırttın. Sonra 2011’den itibaren sizin oraların diyabetli çocukları için de Hazar Gölü kenarında kamp yapmaya başladık ve ben seni Diyarbakır’la özdeşleştirerek her kampa gelmeni bekler oldum. İlk kampta hepimizde o kadar çok duygu birikmişti ki acaba kim bunları en güzel ifade edecek diye beklerken sen “Çok güzel bir yolculuğun içindeyim yukarda masmavi bir gökyüzü ve yanımda gülümseyen yüzler öyle güzel bir yolculuk ki bu herkesin ayni hayatı farklı kaderlerde yaşaması yani diyabet bir yaşam biçimi güzel bir yolculuk benimkisi yani seninkisi kısacası bizimkisi.... Güzel bir yolculuk benimkisi görülmesi gereken bir yolculuk uçakla gidilmiş gibi kısa ama görülmesi gereken çok şey var bu yüzden arabayla gidilmiş gibi güzel...” cümlelerinle birinci olmuştun. Ara sıra bana yazmaya devam ettin ve büyük bir yazar olma düşlerini paylaştın. Dün yüreğimiz Diyarbakır’da atarken “Kocaman bir coşkunun ortasındaydım herkes barış, özgürlük çığlıkları atıyordu şarkılar söyleniyor halaylar çekiliyordu bir dakika sonra patlayacak bombadan belki de oradaki hiçbir insanın haberi yoktu. O anki çığlıkları gözyaşlarını asla unutamam kulaklarımın dibinde patlayan bomba gürültü bağırışlar bir insan siyasi görüşünden renginden düşüncesinden dolayı öldürülecekse niye yaşıyoruz ki ben siyah yada sarı yada kırmızı veya başka bir renk olmak istemiyorum ben gökkuşağı olmak istiyorum” diyen cümlelerini okudum ve sana bir iki satır yazmak istedim.
Sevgili Bahar,
Çocuk hekimleri ve anneler bilir henüz beyin hücrelerinin hemen hepsinin uykuda olduğu ilk günlerde bile yeni doğanların ağzına tatlı bir şey sürülünce yüzlerinde mutluluk/haz karışımı bir ifade belirir; ya da acı bir şey sürülünce bir tür “negatif” bir şeyle karşılaşmış olmanın irkilmişliği ile tepki verirler. Aynı bebekler birinci ayın sonunda beyin hücreleri açısından “her şeyin yolunda olduğunun” bir göstergesi olarak annelerine gülümsemeye başlarlar. Annelere ve bebeklere bakan herkese esenlik veren, onları da gülümseten bu ilk etkileşim yaşam boyu hissedilecek bir çok sevincin de habercisidir. Yani aslında bebekler yani hepimiz genlerimizde gülümsemelerle kendini belli eden yaşama sevinci ve hadi biraz daha ileri giderek söylersek barış duygusu ile doğarız. Bu yüzden sevmek, birisine güzel söz söylemek, neşe içinde sarılmak ve işte bütün bunları içeren huzur ve esenlik duygusu bana hep doğamızın bir özelliği olarak görünür. Yani kalbimizin dakikada 70-80 kez atması, kan şekerimizin farkında olmadan ayarlanması, aynı anda milyonlarca enzimin çalışması için nasıl hücreler/fonksiyonlar arasında bir tür barış içinde etkileşim anlamına gelen “sinerji” ile yaşamımızı sürdürüyorsak; duygularımızın ve varoluşumuzun doğal yönü de barışa ve sinerjiye dönüktür. Belki bu yüzden mesela Gandi gibi yada şimdilerde Selahattin Demirtaş gibi bize yüzleri, gülümsemeleri, sözleri, yaşantıları ile olumlu bir yaşam esinleyen insanları severiz, onlara bağlanırız. Bu bağlanışı sanki hücrelerimizin tümüyle yani bedenimiz ve ruhumuzla ve bütün insanlarla aynı şeyleri hissetme duyguları ile yaşarız. Yani aslında insan olarak hepimizin benliğinde insancıllık pınarları akar ve biz bunu hissederek yaşamımızı sürdürürüz ve yüzümüz ayçiçeklerinin güneşe dönmesi gibi başkalarından yayılan ışığa döner kendiliğinden.
Şimdi sana seslenerek, sabır ve olgunlukla yani bir bebeğin gülümsemesini çoğaltmanın, paylaşmanın mutluluğu ile davranarak kimseyi küçümsemeden ama oluşmakta olan barış kültürünün gücüne güvenerek çabalarımızı birleştirmemiz gerektiğini, bulunduğumuz her yerde barış dili için adımlar atmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Yani aslında bundan sonraki günlerde yaşamımızı “ barış imkanı sevinci” ile doldurma önerisinden bulunmak istiyorum. Yani yüzümüzü hep birlikte barışa çevirelim demek istiyorum. Yani aslında tam da Amed’li Ahmet Arif’in şiirlerinde dile gelen duyguları(Karacadağ'ı, Hamravat suyunu, Diyarbekir Kalesini, Dağlara gelen baharı, Gözlerinden öperim demenin duruluğunu ve daha bir çok duyguyu) paylaşmanın, tam da "Nasıl severim bir bilsen / Köroğluyu / Karayılan'ı / Meçhul Asker'i... / Sonra Pir Sultan'ı ve Bedrettin'i" dizelerini onun kadar içtenlikli söylemenin zamanıdır diye düşünüyorum.
Sevgili Bahar,
Biliyorsun, 2011’deki Diyarbakır Diyabetli Çocuklar Kampı’nda her sabah sizlerin isimlerini okur ve kahvaltı sonrası eğitim gruplarına dağıtırdım. Günler ilerledikçe isimleriniz gün boyu içimde yankılanmaya başladı ve bunlar ne kadar güzel isimler deyip anlamlarını öğrenmeye başladım. Sonra da bir sabah isimlerinizin anlamı ile aşağıdaki dizeleri yazdım ve adını “ Diyabet Kardeşliği” koyduk. Şimdi sana işte bu dizelerle umudunu koru Bahar, “ Kader bir gün güldürür bizi” Bahar diye seslenmek istiyor ve sana en yakın zamanda evinize konuk olma sözü veriyorum.
Neval iki dağ arasında akar,
Şerife çiçek açar
Pelda yaprak verir, aydınlatır bizi.
Bahar kardeşliği ve çalışkanlığı anlatır
Bercan canından önde tutar bizi.
Dilan oyunlara vesile olur,;
Evindar sevgili, Ümyan anne gibi kucaklar bizi.
Gazal ceylan gibi süzülür
Mizgin müjdeler getiririr
Kader bir gün güldürür bizi.