09 Ekim 2016

Çocuk diyabetinin emekçileri: Hemşireler, diyetisyenler, psikologlar

Ebru Ercanlı, Sevgi Akbel ve Dyt. Alev Keser’in şahsında tüm diyabet emekçilerine...

Ebru Ercanlı , Sevgi Akbel ve Dyt. Alev Keser’in şahsında tüm diyabet emekçilerine...

Geçen hafta 3 günü (5-7 Ekim 2016) XV. Çocuk Diyabet Ekibi Kursu nedeniyle yüz kadar hemşire, diyetisyen ve psikolog ile geçirdim. Bir kez daha onların bilgi, sadelik ve özveri ile dolu dünyalarının içinde olmaktan, onlarla zaman geçirmekten, eğlenmekten, toplantılarda dürüst insanların açık sözlülüğü ile yaptıkları eleştiri ve önerileri dinlemekten, değerbilirliklerinden, hekimlerin aksine ego tatminleri ve ritüellerinden uzak dünyalarından, hekimler/öğretim üyeleri arasında dışlanmadan, emeklerinin ve mesleklerinin değeri bilinerek var olmak için yaptıkları nezaketli mücadeleye tanık olmaktan çok etkilendim ve mutlu oldum. Bir oturum bitiminde ise tanıdığım en sade iki insanın (Hacettepe Çocuk Hastanesi diyetisyenlerinden Sabriye Saruhan ve Diyarbakır Çocuk Hastanesi çocuk diyabet hemşiresi Münevver Dündar) dakikalar süren sarılmalarına tanık oldum; o kadarki yanların gidip ne çok özlemişsiniz birbirinizi deyip onları ayırma ihtiyacı hissettim. Tam ben onlara bir şey söyleyecekken, birisi yanıma gelip “ Sabriye aniden abisini kaybetti” dedi. Sabriye’yi çok sevip, sadeliğine ve 2011’den beri Diyarbakır Diyabetli Çocuklar Kampı’na verdiği emeğe saygı duyan birisi olarak bunu bilmemenin mahcubiyeti ile “Başın sağ olsun Sabriye” diyebildim. Bu kursu işte onların eğitimi ama esas deneyim paylaşımı ve birlikte düşünme imkanı yaratmak için 15 yıldır yapıyoruz ve çocukluk çağı diyabeti içinde yaptıklarımız arasında bunu kamplarla birlikte en değerli çalışmalar olarak görüyoruz.

Şimdi biraz onlardan bende kalanları, kursun ilk günü yaptığımız forumda dile getirdikleri görüşleri ve onların diyabetli çocuklara/ailelere yaptıkları katkıları/önerileri anlatmaya çalışacağım.

 

“Hemşirelerin gösterdikleri ilgi, arkadaşlığa benzer”

 

Daha önce bir çok kez yazdığım gibi bir çocuk diyabet olunca her şey sarsılır; bir taraftan kan şekerini otomatik olarak ayarlayan ve ne kadar gerekli ise o kadar insülin salgılayan pankreasları kalıcı olarak zedelenir, öte yandan ise hem kendileri hem de aileleri için üzüntülerle dolu yeni bir yaşam başlar. Ülkemizde 20 dolayında Tip 1 diyabetli çocuk var ve onların anne babalarından sonra en yakınında olanlar hekimlerden daha çok, çocuk diyabet hemşireleri, diyetisyenler ve eğer varsa psikologlardır. Hayatları boyunca onlara eşlik ederler, onların ve ailelerinin sorunlarını bilirler; Münevver’in, Sevgi’nin Ebru’nun hep yaptığı gibi “ Şükrü hocam sizle bir şey konuşmak istiyoruz” dediklerinde kendileri ile ilgili değil, diyabetli bir çocuk için bir paylaşım yapacaklarını bilirim. Onlar sayesinde Diyarbakır Çermik Seringeç köyünde yaşayan Zeynep Çetin’in bir işitme cihazı ile hayatının değişebileceğini ya da Ergani’de yaşayan ve kampın ikinci gününden itibaren anne özlemi ile ağlayan Çetin’i yalnızca bisiklet almanın mutlu edeceğini öğrenir ve gereğini yaparız. Aslında hemşireler, diyetisyenler, psikologlar (bunlara sosyal hizmet uzmanlarını da ekleyebiliriz), Çağatay Güler’in o eski ama en güzel şiirindeki soruya(Bir çocuk ölünce Boğmacadan yada Kızamıktan/Sorar vurur da Camlara/Gerekeni yaptınız mı?/ Yaptınız mı gerekeni?) “ Evet gerekeni yaptık” diyebilen ve gerekenleri yaparken de caka satmayan meslek grubunun üyeleridir. Yıllar önce yazdığımız gibi hekimlerden 2-3 sene az okudukları halde ömürleri boyu yeteri kadar değer bulamazlar ve bir çok kurumda hekimlerin öğretim üyelerinin gölgesinde mesleklerini yapmak zorunda kalırlar.

Simone de Beauvoir, baskısı tükenen ve annesinin ölümüne eşlik ettiği günleri anlattığı “Sessiz Ölüm” kitabında hemşireleri şöyle anlatır: “ ....... buna karşılık, hemşirelere yakınlık duyuyordum; hastaları için alçaltıcı, kendileri için iğrendirici angaryaların yarattığı teklifsizlikle hastalarına bağlı olan hemşirelerin gösterdikleri ilgi, arkadaşlığa benziyordu….Hemşireler annemi yüreklendirmeyi, ona güven vermeyi, onu yatıştırmayı biliyor, bunları hiçbir zaman üstünlük taslamadan yapıyordu” . Gerçekten de diyabetli çocuklar ve ailelerine arkadaş olan ve bu sayede onların da diyabetle arkadaş olmalarını çoğu zaman sağlayan hemşirelerdir. Bunu bazı seyrek durumların dışında tam bir “diğerkamlıkla” yaparlar ve hekimlerin/öğretim üyelerinin ona buna dirsek atarak öne geçmeye çalıştığı, kendi yaptıklarını öne çıkarmak için başkalarının yaptıklarını az gösterdikleri, yurtdışındaki kongrelere gitmek için her türlü yararcı ilişkileri kurdukları ya da kongrelerde sayıları giderek artan öğretim üyesinin parayla bir şeyler anlattıkları “ Satellite” toplantılar dünyasının uzağındadırlar. Zaten yılda bir kez bir kongreye zar zor gelebilirler ve hekimlerinin çoğunu mesleki yozlaşma ve mutsuzluğa mahkum eden performans sisteminin de çok şükür dışındadırlar.

 

Çocuk diyabet hemşire ve diyetisyenlerinin desteğe ihtiyacı var

 

Daha önce sözünü ettiğim gibi bu kurslarda yalnızca katılanlar çocuklarda diyabet konusundaki bilgilerini güncellemezler; bu kursların en canlı toplantısı herkesin özgürce konuştuğu forumlardır. Bu forumları 40 yıllık diyabet hemşiresi Saliha Yılmaz ile yönetiriz ve sonra konuşmaları bir rapor haline getirip yetkililere göndeririz. Bu yılki foruma damgasını vuran konuşmayı bir diyetisyen yaptı ve salona dönüp önce “ Çocuk endokrin merkezlerinde hemşiresi olmayan var mı?” diye sordu. Bu soruya parmak kalkmayınca devam etti “ Bir an hemşireniz olmasaydı ne yapardınız? İşte şimdi diyetisyenlerin çocuk endokrin/diyabet merkezlerinde çalışması için de bunu yapmalısınız” dedi. Forum sırasında bir çok öneri dile getirildi. En önemlilerini belki yetkililer de okur diye aşağıda sunuyoruz.

1. Pediatrik endokrin bilim dalları/merkezlerinin yalnızca kendi bünyelerinde çalışmak üzere diyetisyen talep etmeleri ve bunun için mücadele etmeleri gerekiyor. Nasıl hemşiresi olmayan çocuk endokrin merkezi kalmadıysa, benzer şekilde diyetisyeni olmayan çocuk endokrin merkezi de kalmamalıdır.

2. Çocuk endokrin bölümlerinde ve/veya çocuk kliniklerinde çalışan diyetisyenler, tıbbi beslenme tedavisi ve eğitime yeteri kadar zaman ayıramıyorlar, çünkü mutfak benzeri yerlerde çalışmaya zorlanıyorlar. Bu konunun gündeme ısrarla gündeme getirilmesini ve çözülmesini bekliyoruz.

3. Diyetisyen konsültasyonunun SGK geri ödeme sisteminde yer almaması mesleğimizin değer bulmasını engellemektedir.

4. Diyabet ve obezite gibi birden fazla disiplinin katkısını gerektiren alanlarda bir paket ödeme sistemi olması iyi bir seçenek olabilir. Bu konuda Sağlık Bakanlığı ve SGK yetkilileri gerekli adımları atmalıdır.

5. Büyük şehirlerde “ Diyabet Koçu” ismiyle çalışan bazı kişilerin (bunların bazıları sağlık mesleği mensubu, bir kısmı ise hasta veya hasta yakını) insülin dozu ayarlamak gibi diyabet ekibinin görevi olan uygulamaları yaptıkları ve hastalarda yanlış beklentiler oluşturduğu gözlenmektedir. Bu konuda öncelikle hastalarının zarar gördüğünü düşünen endokrin merkezlerinin illerindeki sağlık müdürlüklerine başvuru yapmaları ve bu başvuruları dernek diyabet çalışma grubuna iletmeleri gereklidir.

6. Performans sisteminde “Diyabet Eğitimi” için ayrılan puan ve ücret çok düşüktü; bunlar emekle orantılı hale getirilmelidir.

 

Tip 1 diyabette doğru bilinen yanlışlar

 

Hekimlik hayatımda zorunlu hizmet için gittiğim Adıyaman İki Nolu Sağlık Ocağı hemşirelerinden Güngör Seyrek ve Nebahat Konu’dan başlayarak hemşireler ve yakın işbirliği yapmanın yararını hep gördüğüm diyetisyenler hep önemli bir yer tuttu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ise önce hastamız sonra diyabet hemşiremiz olan Ebru Ercanlı ve adı gibi yaşamı olan Sevgi Akbel ile uzun süre çalıştım. Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gelirken en çok onların arkadaşlığı ve desteğinden mahrum olacağım için üzüldüğümü ve bu yazıyı biraz da onları selamlamak için yazdığımı itiraf etmek isterim. Bu kursta Ebru ve arkadaşı Nurdan Yıldırım Tip 1 diyabetle ilgili “ Doğru bilinen yanlışlar” konusunu yaptıkları bir araştırma ile anlattılar. Onları dinlerken hayatın içinde üretilen bilginin değerini bir kez daha hissettim ve bu yazıyı onların sözleri ile bitirmek istiyorum.

1. Ailede diyabetli varsa kesin bende de olur: Bu kesin olarak yanlıştır. Tip 1 diyabetli anne ise çocuğunda olma ihtimali % 2, baba Tip1 diyabetli ise % 5 dolayındadır. Kardeşi Tip 1 diyabeti olan birisinde Tip 1 diyabet olma ihtimali % 5’dir.

2. İnsülin, böbrek, göz, kalp vb. organlara zarar verir: Bu da kesin olarak yanlıştır. Tam tersine insülin kan şekeri dengesinin sağlanması için elzemdir.

3. İnsülin şişmanlatır: Tip 1 diyabetliler tanıdan önce hastalığa bağlı olarak kilo kaybederler ve insülin hormonu yerine konduğunda eski kilolarına geri dönerler. Bu normal ve iyi bir etkidir. İnsülin ancak beslenme ilkelerine uymayan ve çok yiyip çok insülin yapanlarda kilo aldırır.

4. Hamileyken insülin kullanmak bebeğe zarar verir: Bilinenin aksine, gebelik öncesi ve sırasında; anne ve bebeğin komplikasyon yaşamaması için daha iyi kan şekeri dengesi sağlanmalıdır. Bu da ancak yoğun insülin tedavisi yöntemi ( günden 4 kez insülin yapılması ya da insülin pompa tedavisi) ile sağlanabilir.

5. Tarçın, kekik suyu, limon vb. Bitkiler kan şekerini düşürür: Bu inanış da tamamen yanlıştır ve aktarların ya da şarlatanların daha çok para kazanmasından başka bir işe yaramaz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sensörlerin SGK kapsamına alınması kararı için teşekkürler

Bundan sonra bu hakkın 18 yaş üstünü kapsaması, sensörler için desteğin artırılması ve insülin pompalarına adil erişim sağlanması için çaba göstermeye devam edeceğiz

Çocuklara, kreşlere ve kreş kavramına zarar vermeyin!

Çocuklar ve kreşler kutsaldır ve bir söz ederken bin kere düşünmek gerekir. Her yere musallat olan siyaset kurumu sözcüsü kelimeleri ile konuşarak lütfen çocuklara ve kreşlere dokunmayın, kreş kavramına zarar vermeyin

Diyabet tedavisinde ergenlik çağında sensörlerin ödenmesine sınır getirilemez!

Sensörlerin sadece 14 yaş altı için SUT kapsamına alınması ve ergenliğin fırtınalı döneminde kesilmesi büyük hata olur ve bilimsel değildir

"
"