31 Mart yerel seçimleri adayları büyük ölçüde belli oldu. Adaylar kendi bölgelerinde seçim kampanyalarını sürdürüyorlar. Yaptıkları toplantılarda projelerini açıklıyorlar. Vaadler havada uçuşuyor. Bir proje yarışıdır gidiyor. En çok, en büyük projeyi vaad eden aday seçimi kazanacak sanırsınız. Ama kimse nasıl bir yerel yönetim anlayışı getireceğinden söz etmiyor. Yarışın konusu bu değil. Oysa, Türkiye büyük bir demokrasi kriziyle ekonomik krizi birlikte yaşıyor. İkisi birbiriyle bağlantılı. Birbirini besliyor.
31 Mart seçimleri bu krizden çıkmak için önemli bir fırsat. Bu nedenle, muhalefetin, siyasal partilerle, sivil toplumla etkili bir birliktelik oluşturarak yeni bir yerel demokrasi projesi sunması, yeni bir merkez-yerel ilişkisi tanımı yapması, bunu tartışmaya açması ve halkın desteğini sağlaması önem taşıyor.
İktidarın kurduğu otoriter rejimin odak noktası kentler. Demokratik toplumlarda kentlilik, birbirinden farklı insanların özgürce, birlikte yaşayabilmelerine olanak tanır. Kentlilik geleneksel aile, bölge, din bağlarını yumuşatır, esnek bir nitelik verir. İnsanların daha hoşgörülü olmalarını sağlar. Modernite kentliliğe özgü bir kavram.Kentsel demokrasi aynı zamanda katılımcı bir demokrasinin kapılarını açar.
Türkiye gibi otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerde ise, kentler bir eylem mekanı olduğu için iktidarın baskısının yoğunlaştığı yerler. İktidarın denetimi ve baskısı en çok kentlerde duyulur. O nedenle bir demokrasi mücadelesinin yürütüleceği yerler de kentler olmalı.
Ancak kentlerdeki farklılıklardan söz ederken, kentlerdeki büyük eşitsizlikleri, yoksulluğu, işsizliği, dışlanmışlığı da düşünmek gerekir. Bir kentsel demokrasi projesi aynı zamanda bu olumsuz farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelmeli.
Kentsel demokrasi projesinin hareket noktası Lefebvre’in ortaya attığı “kent hakkı” olmalı.
Kent hakkı; kentte yaşayan herkesin ama özellikle ezilenlerin, yoksulların, dışlananların eşit olarak sahip olduğu bir hak. Kent hakkı yaşadığımız toplumu ve mekanı değiştirme hakkı. Özgürlük haklarını, yerleşme hakkını, ortak alan hakkını, konut hakkını, temiz bir çevrede yaşama, içilebilir temiz suya sahip olma hakkını bir bütün olarak kapsar. Kent hakkı kent yaşamına katılma, kentin merkezinde yer alma hakkı. Kent çeperinde, gecekondularda yaşamaktan kurtulma hakkı. David Harvey'in deyimiyle, kent hakkı kenti değiştirerek kendimizi de değiştirme hakkı. Kentte üretilen artı değeri kontrol etme hakkı.
Kent hakkı aynı zamanda bir insan hakkı. (Türkiye’nin taraf olmadığı), Avrupa Yerel Yönetim Şartı’na Ek Protokol’ün 1.maddesi taraf devletlerin yetki alanları içinde herkese yerel yönetimlere katılım hakkının sağlamakla yükümlü olduğunu belirtir. Bir insan hakkı olduğu için kentte yaşayanların bu hakları talep etme, iktidara karşı ileri sürme hakları var.
İktidarın kente bakış açısına rant dağıtma eğilimi egemen. AKP iktidarı her boş toprak parçasını bina yapabilecek bir yer olarak görüyor. Bu beton yığınlarından elde edilen rantı kendi yandaşlarına dağıtıyor. AKP'nin kentsel dönüşüm projeleri, TOKİ gibi olağanüstü yetkilerle donatılmış bir kurumla iktidara yakın müteahhitlere dayanıyor. Bu ikili, yerel aktörlere danışmadan, bir müzakere süreci başlatmadan mega projeleri gerçekleştiriyor. Cumhurbaşkanı da kent kent dolaşıp projeleri açıklıyor. Karar sürecinin içinde yaşayan halk yok.
Sorun bir demokrasi sorunu. Türkiye'de yerleştirilmeye çalışan otoriter-totaliter rejime karşı verilen demokrasi mücadelesi, karar alma süreçlerinin demokratikleşmesi anlamını taşıyor. Seçimle işbaşına gelmek rejimi demokratik yapmaya yetmiyor. Aynı zamanda, kararların da müzakereyle, halkın katılımıyla verilmesi gerekir. Müzakere süreçleri saydam, halkın bilgilendirilme hakkını gözeten süreçler olmalı. O nedenle, önümüzdeki seçim kampanyasında muhalefet adaylarının, önceliği bir “proje yarışı”ndan çok, karar alma sürecinin demokratikleştirilmesine vermeleri yerinde olur. Halka, karar verme sürecinin projelerden daha önemli olduğunu anlatmalılar. Böylelikle, tepeden inme kararlarla yapılan projelerin halkın çıkarlarına değil, yandaşların çıkarlarına hizmet ettiği, onlara rant sağladığı, demokratik süreçlerle gerçekleştirilmeyen mega projelerin meşruiyete sahip olmadıkları gerçeği daha iyi anlaşılır. Kentsel karar süreçlerinin demokratikleşmesi ile bütün kent yaşayanlarının kentsel siyasetin öznesine dönüşecekleri ve yaşamlarını etkileyen kararlarda söz sahibi olacakları, halka götürülecek en önemli vaad.
Kent hakkının ayrılmaz bir parçası, katılımcı demokrasiyi gerçekleştirecek bir yerel yönetim planlamasının yapılması. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yürürlüğe girmesiyle Türkiye'de temsili demokrasi iyice tıkandı. Halkın temsilcilerinden oluşan meclis işlevsizleşti. Seçilmiş belediye başkanları yargı kararı olmadan görevlerinden alınarak yerlerine kayyumlar atandı. Temsili demokrasinin kurumlarını korumakla birlikte katılımcı demokrasiye geçişin zeminini oluşturmak zamanı geldi.
31 Mart seçimleri bu bakımdan da önem taşıyor. Halkın kendisiyle ilgili kararlar alacağı, kendi gereksinimlerini saptayacağı mahalle meclisleri katılımcı demokrasinin en temel unsuru. Bunun için mahalleleri yeniden keşfetmeli, insanların buluşup konuştuğu bir kamusal alan niteliği kazandırılmalı. 31 Mart seçimleri kampanyası süresince siyasal partiler ve sivil toplum böyle bir yönetim anlayışını halka sunmalı. Adaylar bu konuları halkla paylaşmalı, tartışmaya açmalı. Halkı edilgen bir dinleyici olmaktan çıkararak siyasetin içine çekmeli. Siyasetin aktörü yapmalı.
Türkiye’de rejimin demokratikleşmesi toplumun demokratikleşmesine bağlı. Toplumun demokratikleşmesi ise yerelden geçiyor. Bu nedenle kentsel mekanı yeniden üretmek, kamusal alanları kazanmak, yerelde bir demokrasi talebini canlı tutmak, halkı siyasetin öznesi haline getirmek gerekli. Mevcut otoriter rejime itiraz gerekli ama yeterli değil. Aynı zamanda yeni bir demokrasi inşa edebilmeliyiz. 31 Mart seçimleri bize bu olanağı verdiği için önemli.