07 Haziran 2019

Yargı reformu?

Reform paketinde terörle mücadelede, insan hakları, hukuk devlet ilkelerine saygı gösterileceği gibi asgari bir ifade bile yok

Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan “Yargı Reformu Stratejisi” adlı belgeyi okursanız, sanırsınız ki her şeyin doğru dürüst işlediği bir demokraside yaşıyorsunuz, ama yargıyla ilgili bazı teknik sorunlar var. Onlar da bu reform paketiyle düzelecek.

Oysa gerçek bu değil. Sn. Cumhurbaşkanı yargı reformunu açıklarken, 160 gazeteci, Füsun Üstel gibi pek çok sayıda akademisyen, Osman Kavala gibi pek sayıda insan hakları savunucusu, Selahattin Demirtaş gibi pek çok sayıda siyasetçi, ayrıca avukatlar, hukukçular cezaevinde bulunmakta. Hükümetin hoşuna gitmeyen yazılar yazdıkları için dünya kadar gazetecinin işine son verildi. Sosyal medyada 170 bin web sitesi yasaklandı. Türkiye Wikipedia’yı yasaklayan dünyadaki ender ülkelerden biri. Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 157’nci. Her yıl biraz daha geriliyor. Oğullarını, eşlerini arayan Cumartesi Anneleri’nden, kadın derneklerine dek sokağa en barışçı amaçlarla çıkıp toplantı, gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyen polis şiddetiyle karşılaşıyor. İşine sorgusuz sualsiz, savunma hakkı kullanılmadan, gerekçe gösterilmeden son verilen 150 bin kişinin başvurabileceği etkili bir yargı yolu yok. Yargı iktidarın elinde, muhalefete karşı bir silaha dönüşmüş. Hukuk alanına egemen olan gerçek bir hukuksuzluk ve keyfilik. Yargı reformu paketi bütün bunları değiştirebilecek mi?

Reform paketinin içerdiği kozmetik değişiklikler bu sorunlara çözüm getirecek nitelikte değil. Zaten böyle bir amacının oladığını belgede yazılı ifadelerden anlıyorsunuz. Örneğin, belgenin “temel perspektif” başlıklı bölümünde, beş paragraf terörle mücadeleye ayrılmış. Bu paragraflarda terörle mücadelenin önemi anlatılırken, bir güvenlik- özgürlük dengesi kurmaya gerek bile görülmemiş. Terörle mücadelede, insan hakları, hukuk devlet ilkelerine saygı gösterileceği gibi asgari bir ifade bile yok. Anlaşılan o ki, siyasal iktidar rejime itirazı olanları, demokrasi mücadelesi verenleri terör örgütüne yardım suçlamasıyla içeri atmaya devam edecek.

Belgede yer yer AİHM’e ve AB’e gönderme yapılıyor. Belge hazırlanırken, AB, Avrupa Konseyi ve Venedik Komisyonu belge ve değerlendirmelerinin dikkate alındığı, bunların Avrupa insan hakları hukukunu oluşturduğu, Türkiye’nin de bu ortak hukukun parçası olduğu belirtiliyor.

Bu böyleyse, reform belgesini AB ve Venedik Komisyonu raporları, AİHM kararları ışığında okumak gerekir. Örneğin, AB Komisyonu’nun 29.05.2019 tarihli son izleme raporunda, hükümetin terörle mücadele hak ve sorumluluğu bulunduğu belirtildikten sonra, terörle mücadelenin orantılı olması,hukuk devleti, insan hakları ve özgürlükleri sınırları içinde kalması gerektiği vurgulanıyor. Terörle Mücadele Yasası ve uygulamalarının AB standardlarına uygun hale getirilmesi isteniyor.

Yargı bağımsızlığının sağlanması Türkiye’nin en başta gelen sorunlarından biri. AB İzleme Raporu’nun birçok yerinde Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı belirtiliyor. Belgede ise, bunun nasıl sağlanacağı belli değil. Bir önlem olarak, yargıç ve savcıların görev yerlerinin istekleri dışında değiştirilmemesinden söz ediliyor. Ancak belgenin açıklandığı hafta binlerce yargıcın yerinin değiştirilmesi, bu yapılırken hükümetin çizgisinde karar verenlerin ödüllendirilip, vermeyenlerin cezalandırılması bu güvencenin kağıt üzerinde kalacağını gösteriyor.

Yargı bağımsızlığının anahtarı Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK). Her şeyden önce yargıç ve savciların neden aynı üst kurula tabi olduklarını anlamak olanaksız. İkisi ayrı meslekler. Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplantılarında yargıçlar kurulu ile savcılar kurulunun birbirinden ayrılmaları Komisyondaki bütün siyasal partilerce kabul edilmişti. Venedik Komisyonu ve AB raporlarında çok eleştirilen bir konu Adalet Bakanı’nın HSK başkanı, Müsteşarı’nın (yeni sistemde bakan yardımcısı) da doğal üyesi olması. Bu durum HSK’nın yürütmenin etkisinde kalmasına yol açıyor. Yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde bakanlar ve bakan yardımcıları Cumhurbaşkanı tarafından atandığı ve bakanlar üzerinde Meclis denetimi olmadığından, HSK’nın doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanması sonucunu doğuruyor. Bu durumu, HSK’nın bağımsızlık esasına göre kurulduğunu söyleyen Anayasa’nın 159 maddesiyle bağdaştırmak olanaksız. Zaten HSK’nın oluşumu da bağımsız olmasına olanak vermiyor. HSK’nın 13 üyesinden 6’ı partili Cumhurbaşkanı, geri kalanları ise TBMM tarafından, partilerin uzlaşmasıyla değil, çoğunluk partisinin gösterdiği adaylar arasından seçiliyor. Bütün bunlar düzeltilmeden HSK’nın bağımsız bir organ olması ve yargının bağımsızlığını sağlaması beklenemez. Reform belgesinde bu konuya hiç değinilmiyor.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin olarak AB İzleme Raporu’nda ve Venedik Komisyonu raporlarında önemli öneriler var. Bu öneriler reform paketine girmemiş. Bu önerilerden biri sulh ceza hakimliklerine ilişkin. Tutuklama, arama, elkoyma, internete erişimin yasaklanması gibi geniş yetkilere sahip sulh ceza hakimlikleri siyasal iktidarın sopası gibi çalışıyor. AB İzleme Raporu’nda, bu hâkimliklerin kararlarına karşı itirazların bir üst mahkemeye değil, başka bir sulh ceza hakimliğine yapılması, böylece bir kapalı devre oluşturması, kararlarında klişe gerekçeler yazılması, kararların AİHM içtihadıyla uyuşmaması eleştiriliyor. Venedik Komisyonu ise raporunda tutuklama, ev hapsi gibi koruma önlemleri alma yetkisinin sulh ceza hakimliklerinden alınarak davaya bakan yargıca verilmesini, bu yapılamayacaksa, sulh ceza hakimliklerinin kararlarına karşı bir üst mahkemede itiraz hakkı tanınmasını tavsiye ediyor. Yargı paketinde sulh ceza hakimliklerine ilişkin tek bir sözcük yok.

Belgede, tutuklamanın istisnai bir tedbir olduğu, zorunlu durumlarda uygulanabileceği, bu konuda yasaların uygulamayla birlikte değerlendirileceği ve gerekli değişikliklerin yapılacağı belirtilmekte.

Tutuklamadaki yasal sorun, CMK 100/3 m.deki ‘katalog suçlar’ kavramından kaynaklanıyor. Bu madde bir varsayıma dayanarak tutuklama kararı alınmasına izin veriyor. Bu madde değişecek mi? Ama tutuklamadaki asıl sorun, AİHM’in Selahattin Demirtaş kararında vurguladığı gibi, tutuklamaların siyasal nedenlerden kaynaklanması. Bu nasıl düzeltilecek?

Bunun dışında, sulh ceza hakimliklerinin gerekçelerinin yetersiz olması, somut veri olmadan tutuklama kararı vermeleri,tutuklamaya itirazları dosya üzerinden incelemeleri,silahların eşitliği ilkesine uygun davranmamaları gibi uygulamadan kaynaklanan sorunlar var. Bunları AİHM kararlarına bakarak düzeltmek olanaklı. Ancak sorunlar sulh ceza hakimliklerinin tutumundan kaynaklanıyor. O nedenle sulh ceza hakimliklerinin işleyişine dokunmadan tutuklama konusunda ciddi bir gelişme sağlanamaz.

Belgede, ifade özgürlüğünün demokrasilerin en önemli koşulu olduğu, haber verme sınırları içerisinde yer alan, eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağına ilişkin düzenlemelerin etkin biçimde uygulanmasından söz ediliyor.

Venedik Komisyonu’nun bu konuda yazdığı 15.3.2016 tarihli bir raporu var. Raporda, TCK 216 (halkı kin ve düşmanlığa tahrik), 219 (Cumhurbaşkanına hakaret), 301(Türk milletini,devleti, devletin kurum ve organlarını aşağılama), 314 (silahlı örgüt kurma ya da üye olma), 314 ile birlikte 220 (suç işlemek amacıyla örgüt kurma,örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek,ya da örgüte dahil olmamakla birlikte örgüte yardım etmek,örgütün propagandasını yapmak) maddelerinin neden ifade özgürlüğünü tehdid ettiği,Avrupa standardlarına uygun olmadığı anlatılıyor.

Raporda, örneğin, Avrupa’da Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu gibi bir suça gerek olmadığı yolunda genel bir eğilim bulunduğu belirtiliyor ve Türkiye’de de bunun suç olmaktan çıkarılması tavsiye ediliyor. Öte yandan AİHM’in Cumhubaşkanı’na hakaret nedeniyle Türk yargısının verdiği mahkumiyet kararlarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine ilişkin bir dizi kararı var (Pakdemirli/Türkiye, Artun ve Güvener/Türkiye,Erbil Tuşalp/Türkiye). Dolayısıyla, böyle bir suçun TCK’dan çıkarılması AİHM kararlarının uygulanması bakımından da gerekli. Oysa, uygulamada bu suçta mahkum olanların sayısı son derece artmış durumda. Berat kararı veren yargıçlar da sürülüyor.

Venedik Komisyonu raporunda, TCK’daki, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen ya da örgüte dahil olmamakla birlikte örgüte yardım edenleri örgüt üyesi gibi cezalanadıran maddelerin de TCK’dan çıkarılmasını tavsiye ediyor.

AB İzleme Raporu’nda Türkiye’de basının üzerindeki baskılar ayrıntılı bir biçimde anlatıldıktan sonra, Terörle Mücadele Yasası, TCK ve İnternet yasalarındaki ifade özgürlüğünü sınırlayan maddelerin değiştirilerek Avrupa standardlarına uyum sağlanması öngörülüyor.

Bütün bunlar, Türkiye’de gerçekten ifade özgürlüğünün sağlanması yolunda bir siyasal irade varsa, neler yapılması gerektiğini gösteriyor. Ancak reform paketinde yukarıda değinilen yasa maddelerinin ve uygulamaların değişeceği yönünde bir işaret yok.

“Yargı Reformu Stratejisi” başlığıyla kamu oyuna açıklanan belgenin Türkiye’nin içinde bulunduğu demokrasi,hukuk devleti, insan hakları alanlarındaki derin krize son vereceğini, Türkiye’yi demokrasiyle yönetilmeyen devletler grubundan çıkaracağını beklemek boşuna olur. Böyle bir beklentinin gerçekleşmesi AKP iktidarı döneminde olanaksız. Türkiye,demokrasi,hukuk devleti, insan hakları alanlarında bulunduğu noktaya durup dururken gelmedi. AKP iktidarının bilinçli politikaları sonuçunda geldi. O nedenle sorunun kaynağı olan AKP iktidarının aynı zamanda sorunun çözümü olması beklenemez. Türkiye’nin hukuk devletine,insan haklarına saygılı bir demokrasi olması ancak iktidar değişikliğinden sonra yapılacak bir demokrasi devrimiyle gerçekleşebilir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"