CHP son Kurultay’da yeni yönetimini seçti. Bu yönetim CHP’yi 8 ay sonra yapılacak genel seçimlere götürecek. CHP genel seçime hazırlanırken yalın bir gerçeği göz önünde bulundurmak zorunda. AKP ard arda 9 seçim kazandı. Bunlardan dördü Sayın Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra. Bu şu demek: CHP önümüzdeki 8 ay içinde köklü bir değişim yapıp yeni bir vizyonla seçmen karşısına çıkmazsa, aynı kalırsa, beş aşağı beş yukarı aynı sonuç çıkacak. CHP’nin bu 8 ay içinde yeni bir rüzgâr estirmesi, yeni bir heyecan, yeni bir söylem yaratması sadece kendi değil, Türkiye’nin geleceği bakımından önem taşıyor. Sayın Kılıçdaroğlu Genel Başkan seçildiğinde böyle bir rüzgâr esmişti. Bu rüzgârın kaynağı değişim umuduydu. Sürenin dar olması nedeniyle seçim sandığına tam olarak yansımasa bile böyle bir umut dahi CHP’nin oylarında belirli bir oranda artışa yol açtı. Önümüzdeki seçimlerde CHP’nin önünde bir de fırsat var. Recep Tayyip Erdoğan parti başkanı ve Başbakan değil. Yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kişiliği ile “tarihin derinliklerine” uzanan söylemi ile kitleler üzerinde aynı etkiye sahip olamayacağı şimdiden belli oluyor.
CHP’nin seçmenin önüne yeni bir yüzle çıkabileceği yeni bir siyaset vizyonu geliştirmesi radikal bir değişimi gerektiriyor. Radikal bir değişim için her şeyden önce CHP’nin sağlam bir ideolojik kimliğe kavuşmasına ihtiyaç var. Ancak böyle bir sosyal demokrat kimliğe kavuştuktan sonra CHP bütüncül ve radikal bir reform programını topluma sunabilir.
Bunu yaparken neye karşı mücadele ettiğimizi iyi bilmek gerekir. Türkiye’de bir AKP hegemonyası var. Hegamonyayı ayakta tutan sadece baskı, polis gücü değil. Aynı zamanda AKP’nin ideolojik kimliği ve kitlelerin bu kimliğe karşı aidiyet duygusu beslemesi, kimlikle bütünleşmesi.
Gramsci iktidarın hegemonyasının sadece baskıya değil aynı zamanda kültürel hegemonyaya dayandığını, iktidarın kültürel hegemonya aracılığı ile kendi değer sistemini topluma kabul ettirdiğini ileri sürer. Sosyalist hareket ancak hegemonyanın kültürüne karşıt bir kültür oluşturabilirse, sosyalist değerlere bağlı bir sivil toplum inşa ederse, iktidar ile kitleler arasındaki ideolojik bağı kırabilir, hegemonik iktidarın temellerini sarsabilir.
Gezi Hareketi işte böyle bir karşıt kültürün tohumlarını taşıyordu. CHP’nin Gezi Hareketinden doğru dersler çıkararak özgürlükçü, demokrat, çoğulcu, katılımcı yeni bir karşıt kültür oluşturması önemli. CHP dinsel inanç, etnik kökeni, cinsel yönelimi ve kimliği ne olursa olsun herkesi kucaklayan, uzlaşıcı, ileriye dönük, dışlanmışları, işçiyi, yoksulu, ezilenleri en alttakileri en üste çıkaran yeni bir proje ile toplum önüne çıkabilmeli ve bunu halka anlatabilmeli.
Demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi kavramların toplumda karşılığı bulunmadığı, ortalama vatandaşın ancak ekonomik çıkarlarını ilgilendiren söylemlerden etkilendiği, bu nedenle CHP’nin ekonomiye ağırlık vermesi gerektiği gibi bir anlayış birkaç bakımdan yanlış. Birincisi, bütüncül bir sosyal demokrat projenin elbette hem demokrasi, hem ekonomik yanı olacak. Ancak tek boyutlu bir yaklaşım CHP’nin bir karşıt kültür oluşturmasını, bir ideolojik kimliğe kavuşmasını engelleyecek. İkincisi, yukarda da değinildiği gibi, insanların kimlikleri, aidiyetleri siyasal partilere verdikleri destekte önemli bir rol oynuyor. Üçüncüsü, otoriterleşen Türkiye’de demokrasi, özgürlük mücadelesi verilmesi sosyal demokrat parti olmanın bir koşulu. Dördüncüsü, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti ile serbest piyasa ekonomisi bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçaları.
CHP’nin yeni demokrasi projesinin dayandığı temeller çoğulculuk ve katılımcılık olmalı. Çoğulculuk farklı kimliklerin tanınması, kamusal alanda farklılıklara yer açılması ve bireylerin farklılıklarıyla birlikte eşit olarak yaşayabilmesi olanağını sağlamakta. Çoğulcu bir toplumdaki eşitlik anlayışı, farklıkları görmemezlikten gelen değil, farklılıkları tanıyan ve onlara saygı gösteren bir eşitlik anlayışı. Farklı kimliklerin bir ortak kimlik çerçevesinde birleşmesi, bir bütünlük sağlaması önemli. Bunun için her şeyden önce farklılıkların anayasal güvence altına alınması gerekir. Farklı kimliklerin anayasal güvencesi anayasal yurttaşlık ilkesi ve nötr bir yurttaşlık tanımı. Ancak böyle bir çoğulcu demokrasi zemininde sosyal politikalar başarılı sonuç verebilir, ezen ve ezilenin olmadığı, eşitlikçi bir toplum yaratılabilir.
Katılımcılığı çoğulculukla birlikte ele almak gerekir. CHP’nin yeni demokrasi anlayışında paternalist devlet anlayışı sona ermeli, iktidarın halka devredildiği devlet anlayışı egemen olmalı. CHP’nin katılımcı demokrasi anlayışında özgür bireyler ve onların kurdukları sivil toplum kuruluşları siyasetin ana aktörü olarak kendileriyle ilgili kararları kendileri vermeli.
Halkın neye ihtiyacı olduğuna karar veren devlet sistemi yerine halk kendisi kendini ilgilendiren projelerin yapımına ve yürütülmesine karar vermeli. Halk hizmetlerin sadece alıcısı değil aynı zamanda karar vericisi olmalı. Böylelikle halk politikaların oluşmasında aktif bir rol oynamalı.
Bu tür bir katılımcılığı sağlayacak en etkin yöntem halkın kendi kurduğu birlikler, konseyler (Bu konuda bkz. 31 Ağustos 2014 tarihli Yurt Gazetesi’nde Temsili’den Katılımcılığa başlıklı yazım). Halk bu özerk birlikler, konseyler aracılığı ile ihtiyacı olan projeleri saptamalı, uygulanmasını denetlemeli. Birliklerin alacağı kararlar belediyeler tarafından koordine edilmeli. Devletin yükümlülüğü ise katılım için uygun koşulları yaratmakla sınırlı olmalı. Halk iktidarını öngören böyle bir projenin benimsenmesi, CHP’nin yönetim felsefesindeki değişikliğin göstergesi olur. CHP’nin gerçekten halkın partisi olma yolunda önemli bir adım oluşturur.
Yeni bir sosyal demokrat proje bağlamında Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak görmek gerekir. CHP’nin bu sürecin içinde, seyirci değil aktör olması sürecin demokratik bir çözüme hedeflenmesi bakımından önem taşımakta. CHP çözüm ile ilgili olarak çift dilde eğitim, eşit yurttaşlık gibi konularda somut önerilerini halkla paylaşmalı.
AKP’nin “yeni Türkiye”si otoriter eğilimli bir Türkiye. Hükümet programında da yazdığı gibi demokrasiyi seçim sandığı ile sınırlayıp, ardından katılımcılık ve çoğulculuktan söz etmek büyük bir çelişki. Demokrasinin sandığa indirgenip araçsallaştırıldığı çoğunlukçu, otoriter bir sistemde katılımcılık ve çoğulculuk da olamaz.
Şimdi CHP’nin kendi “yeni Türkiye”sini açık bir biçimde ortaya koymasının zamanı. CHP’nin bunu yapacak birikimi ve kadroları var. Yeter ki bu yönde bir irade ortaya çıksın.