02 Kasım 2016

Korku toplumu

OHAL düzeni, darbe ile bağlantılı olsun olmasın, bütün muhalifleri, aydınları, solcuları, Kürtleri; kısacası iktidarın hoşlanmadığı tüm toplumsal kesimleri giderek artan bir baskıyla eziyor.

Toplumu tahakküm altında tutmak için korkunun gerekli olduğunu söyler 17. yüzyılda yaşamış İngiliz düşünürü Hobbes. Hobbes’ın bu sözleri günümüz için de geçerli. Otoriter-totaliter rejimlerle yönetilen pek çok ülkede korkunun toplumu kontrol altında tutmak için kullanıldığını görüyoruz. 

Bu bağlamda toplumları ikiye ayırabiliriz; özgür toplumlar ve korku toplumları. Korku toplumlarında hukuk dışılık, keyfilik, baskı egemendir. Temel hak ve özgürlükler, muhalefet güvence altında değildir. Rejime muhalif olduğu için 9 yılını Sovyetler Birliği’nde bir cezaevinde geçiren Sharansky’e göre, korku toplumlarında üç grup insan vardır; rejimi destekleyenler, yaşamını, ailesini tehlikeye atarak muhalif olanlar ve rejime karşı olsalar bile korkudan ses çıkarmayanlar. Bu üçüncü grubun yaşadığı iç gerginlik, arkadaş toplantıları, iktidara ilişkin öyküler, fıkralar, karikatürler yoluyla biraz azaltılsa bile temel rahatsızlık sürer. Bu gruptaki insanlar, sanat, kültür olayları aracılığı ile rejim tarafından kabul edilebilir sınırın nereden geçtiğini bulmaya çalışırlar. İktidarın baskısı arttıkça bu sınır daralır, muhalif sesler de azalır. Örneğin, Gandi’nin İngiliz sömürgeciliğine karşı yürüttüğü pasif direniş Nazi Almanyası’nda gerçekleşemezdi. 

Baskı derecesi ne olursa olsun, bütün korku toplumlarının ortak özelliği, yazılı ve görsel medyayı kontrol ederek bir toplumsal beyin yıkama mekanizması kurması.

Özgür toplumla korku toplumunu ayırt eden ölçüt seçimler değil. Korku toplumlarında da seçimler pekâlâ olabilir. Ama özgürlüğün güvenceleri olan bağımsız bir yargı, özgür bir basın, güçler ayrılığı gibi kurumlar bulunmaz. 

Hannah Arendt’e göre, totaliter yönetimlerde korku ve devlet terörü, bir süre sonra sadece muhalefeti bastırmak aracı olmaktan çıkar. Ondan bağımsız, toplumu sarar, rejimin bir özelliği niteliğini kazanır. Korku bireylerin davranışlarına yön vermekte yetersiz kalır. Çünkü korkuya dayanan davranışlar da, korkunun kaynaklandığı tehlikeleri önleyemez. 

Korku toplumlarında, korku iki yanlıdır. Sadece baskı altındakiler korkmaz. Aynı zamanda baskıyı uygulayan lider ya da iktidar da korkar. Onların korkusu iktidarı yitirmektir. Bu korkunun gerçekleşmesi olasılığı artıkça, baskı da yoğunlaşır. 

Myanmar’daki askeri diktatörlüğe karşı direnişin lideri ve şimdi Dışişleri Bakanı olan Aung San Suu Kyi 'Korkusuz Yaşama Hakkı' adlı kitabında şöyle der:
“İktidarı çürüten güç değil, korkudur. İktidarı kaybetmek korkusu gücü kullananları, iktidar tarafından cezalandırılmak korkusu da güce tabi olanları çürütür.”

Sonuçta çürüyen toplumun kendisi...

OHAL Türkiyesi’nde topluma korku egemen. İnsanlar konuştuklarından, yazdıklarından, düşündüklerinden dolayı başlarına ne geleceğini bilememekte. Konuşmasalar, yazmasalar, düşünmeseler bile başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin değiller. Bu belirsizlik ve güvensizlik korkuyu doğurmakta. Bağımsız bir yargının bulunmadığı bir ülkede insanı insan yapan değerlerin de bir güvencesi yok.

Uluslararası bir saygınlığa sahip 'İnsan Haklarını İzleme' adlı STK’nın Ekim 2016 tarihli Türkiye raporunda şöyle deniyor: 

“Avukatların darbe şüphelilerini savunmaktan koktuğu ve avukatların, sağlık personelinin, insan hakları aktivistlerinin ve başkalarının da hükümeti eleştirdikleri takdirde hedef alınabileceklerinden endişelendikleri bir korku iklimi yaratılıyor."

Bir avukat şöyle diyor:

“Korkuyoruz. Baro da korkuyor. Her şey son derece siyasi ve herkes gözaltına alınmaktan ve tutuklanmaktan korkuyor." 

OHAL düzeni, darbe ile bağlantılı olsun olmasın, bütün muhalifleri, aydınları, solcuları, Kürtleri; kısacası iktidarın hoşlanmadığı tüm toplumsal kesimleri giderek artan bir baskıyla eziyor. En son iki KHK ile üniversitelerde rektörlük seçimlerinin kaldırılması, binlerce öğretim üyesinin üniversiteden atılması, Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin gözaltına alınması bu durumun son örnekleri.

Korku duymadan yaşamak bir temel insan hakkı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin başlangıç bölümünde, “ifade ve inanç özgürlüğü ve korkudan ve yoksulluktan uzak bir yaşam insanlığın en yüce beklentisidir” ifadesi yer alır. 

Türkiye’nin korku toplumundan özgürlük toplumuna dönüşmesinin anahtarı, demokrasi için verilen mücadelenin her alanda yaygınlaşması ve kitlesel bir nitelik kazanmasıdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"