AİHM’nin Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını öngören 20 Kasım tarihli kararından sonra, Sayın Cumhurbaşkanı kararın bağlayıcı olmadığını söyledi, arkasından Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi tutukluluğun devamına karar verdi. Böylelikle, Türkiye’de hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının ne ölçüde var olduğu ya da olmadığı bir kez daha somut bir biçimde ortaya çıktı.
19 Ağır Ceza Mahkemesi'nin, kararı yazarken oldukça sıkıntı çektiği gerekçeden anlaşılıyor.
Kararın dayandığı en önemli gerekçe, AİHM 2. Daire kararının kesinleşmemiş olması.
Ancak 19. Ağır Ceza Mahkemesi aynı zamanda AİHM kararının “nihai karar olup olmadığına ve Sözleşme’nin 44/2 maddesi gereğince kesinleşip kesinleşmediğinin Adalet bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığından sorulmasına” karar veriyor! Mahkemenin bu konuda kuşkusu varsa, dayandığı gerekçenin doğru olup olmadığını bilmeden nasıl karar alabiliyor ve bir siyasal parti başkanını özgürlüğünden yoksun bırakabiliyor?
Daire kararlarının kesinleşmesi için, tarafların 3 ay içinde kararın Büyük Daire’ye gönderilmesini talep etmemeleri, ya da böyle bir talep varsa bu talebin 5 yargıçtan oluşan panel tarafından reddedilmesi gerekir. Karar Büyük Daire’ye gönderilirse, Büyük Daire kararıyla kesinleşir. Ancak, tutuklamanın hukuka aykırı olarak sürdürüldüğü davalarda, daireler Büyük Daire’yi beklemeden, tutuklu kişinin derhal serbest bırakılarak ihlale son verilmesini istiyor. Örneğin Şahin Alpay davasında da AİHM 2. Dairesi böyle bir karar verdi. Şahin Alpay serbest bırakıldı.
2. Daire’nin Demirtaş davasında verdiği tutukluluğa son verilmesi kararı, Büyük Daire sürecinden bağımsız bir karar. AİHM 2. Dairesi şunu diyor: “ Ortada hukuka aykırı olarak, siyasal nedenlerle devam eden bir tutukluluk var. Bu ihlale hemen son verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, hukuka aykırı bu durumun sürmesi gibi bir sonuç doğacak. O nedenle Büyük Daire sürecini beklemeden Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını sağlayın”. Kararın özü bu. Bu bir ara karar. O nedenle de kesin ve nihai. 2. Daire bu kararı verirken, esasa ilişkin kararın kesinleşmesinin Büyük Daire’ye gidip gitmemesine bağlı olduğunu elbette biliyor. 2. Daire tutukluluğa son verilmesi kararının kesinleşmesinin Büyük Daire’ye bağlı olduğunu düşünseydi, bu konuda sessiz kalır, kararı Büyük Daire’ye bırakırdı. Ama böyle yapmadı. Kaldı ki, Büyük Daire’nin temyiz mahkemesi olmadığını, davayı en baştan göreceğini de de unutmamak gerekir.
Ayrıca, 2. Daire, Demirtaş’ın derhal salıverilmesine ilişkin kararı, Sözleşme’nin 46 maddesi çerçevesinde aldı. 46. Madde “kararların bağlayıcılığı” başlığını taşıyor. Bu madde ile, Sözleşme’ye taraf devletler kararlara uymayı taahhüt ediyorlar. Bu Sözleşme’den doğan bir yükümlülük.
19. Ağır Ceza Mahkemesi kararındaki başka gerekçeler de pek tutarlı değil. Örneğin, Sn. Demirtaş’ın adli kontrol hükümlerine uyacağına yönelik bir beyanı bulunmadığı için adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağının değerlendirildiği belirtiliyor. Oysa, bu konuda ispat yükü mahkemeye ait. Mahkemenin adli kontrol önlemlerini yetersiz kalacağını kanıtlaması gerekiyor.
Mahkemenin ileri sürdüğü, Sn Demirtaş’ın sorgusunun tamamlanmadığı gibi diğer gerekçelerin hiçbiri salıverilmesine engel değil.
19.Ağır Ceza Mahkemesi’nin AİHM kararına uymayarak tutukluluğun devamına karar vermesinin sonuçları ne olacak?
Bir kere, 2 Dairenin kararı, kararların bağlayıcılığına ilişkin 46. madde altında verildi. Buna uyulmaması 46. maddenin ihlali.
İkincisi, Sayın Demirtaş’ın tutukluluğunun sürdürülmesi, tutukluluğun dayandığı zemin AİHM kararıyla ortadan kalktığı için, keyfi bir durum oluşturuyor. Bu da Sözleşme’nin tutuklamaya ilişkin 5/3 maddesine aykırı.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “AİHM kararı bağlayıcı değil” gibi sözleri, Ağır Ceza Mahkemesi kararının siyasal amaç taşıdığı sonucuna yol açabilir. Bu nedenle 8. maddenin yeni bir ihlali söz konusu olabilir.
Bu durumda ne yapılabilir? Bu sorunun yanıtı için Ilascu ve diğerleri/ Moldava ve Rusya (2004), Ivantoc ve diğerleri/ Moldova ve Rusya (2011), Assanidze/Gürcistan (2004) karalarına bakmak yararlı olur. Bütün bu kararların ortak noktası, AİHM’in 46 madde altında tutukluluğa son verilmesini öngörmesi ve ilgili devletlerin bu kararlara uymaması.
Ilascu davasında, Moldova’dan Transdinyester Cumhuriyeti adıyla ayrılan, Rusya’nın kontrolu altındaki bölgede tutuklanan dört Romen milliyetçisi söz konusu. AİHM 2004 yılında, tutuklamanın hukuka aykırı olduğu ve dört tutuklunun derhal serbest bırakılmasını öngören bir karar aldı.Bir süre sonra İlescu ve Lesco serbest bırakıldı. Diğer ikisinin, Ivantoc ve Popa’nın tutukluluğu devam etti. İki tutuklu 2005 yılında, AİHM kararının uygulanmamasının doğurduğu ihlaller nedeniyle yeniden AİHM’e başvurdular.
Öte yandan, kararların uygulanmasında sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kararı uygulamayan Rusya’ya karşı, Rusya’yı kınayan beş karar kabul etti. 2006 yılındaki dördüncü kararda,Bakanlar Komitesi,Rusya’yı kınadıktan sonra, Rusya’nın yükümlülüklerini yerine getirmesi için bütün olanakların kullanılmasını ve üye devletlerin bu amaçla gerekli önlemleri almalarını istedi.
AİHM ise, Bakanlar Komitesi’nin rolünün davaya bakmasına engel oluşturmadığını, kararın uygulanmaması sonucu yeni ihlaller doğduğunu ileri sürerek davayı kabul edilebilir buldu. Ancak 2007’de bu baskı sonucunda, Ivantoc ve Popa serbest kaldığından, kararın uygulanması sorunu ortadan kalktı. AİHM 2011 yılındaki kararında Sözleşme’nin birçok maddesinin Rusya tarafından ihlal edildiğini kabul etti.
AİHM kararını uygulamayan devlet üzerindeki baskılar nereye kadar gider?
Bunun için Avrupa Konseyi Statüsü’nün 3. ve 8. maddelerine bakmak gerekir. 3 maddeye göre, Avrupa Konseyi’ne üye devletler hukuk devleti ilkelerine saygı göstermek ve yetki alanı içindeki bütün kişilerin temel hak ve özgürlüklerini sağlamak zorunda. 8.maddeye göre, 3. Maddeyi ihlal eden devletlerin oy hakları askıya alınabilir ve Bakanlar Komitesi tarafından üyelikten çekilmesi istenebilir. Bunu yerine getirmezse, Bakanlar Komitesi üyeliğe son verebilir.
Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi 8. maddenin uygulandığı ve Batı ile değerler düzeyindeki ilişkilerin sona erdirildiği bir ülke mi yapmak istiyorlar?