25 Haziran 2019

Yeniden…

Aradan 30 yıl geçti, dün yine sevindim; yine yenilen “3. Milliyetçi Cephe” ittifakıydı

Ömrümde sadece üç seçime sevinmişim.

İlki 1977 seçimleriydi. Henüz 16 yaşındaydım. 1975 yılında kurulan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde yaşanan acıların ardından, 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit liderliğinde CHP oyların yüzde 41.3’ünü alarak seçimden birinci parti çıkmıştı. Bugün lüks otel olan Akaretler’deki kadim CHP binasının önünde davul zurna çalınırken, utangaç bir edayla uzaktan o kutlamaları seyredalmıştım. Ne de olsa CHP’ye mesafeli bir sol tahayyülün meftunuydum.

Heyhat! Ecevit o oy oranıyla Meclis’te azınlıkta kalakalmıştı. Şimdiki seçim sistemiyle meclisin üçte ikisini alabilecek oy oranına rağmen, CHP hükümeti kuramadı ve 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti ile ilkinden çok daha beter kutuplaşma, çatışmalar, partizanlık ve acılarla geçen bir dönem yaşandı.

İkinci sevincim tam 30 yıl önceydi. 1989 yılında yapılan yerel seçimlerde bu defa benim de katılımcısı olduğum Sosyalist Dergiler Platformu İstanbul için bağımsız adaylar çıkarıyordu. Önemli bir çabaydı. Zira 12 Eylül sonrası ilk defa sosyalistler yasal siyasete bir dönüş yapma çabasındaydı.

Ama sosyalistleri cürretlendiren sadece ideolojik bir farklılığın ortaya konulması değildi. 1989 yılı Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından önemli bir kırılmaya işaret ediyordu. “Bahar Eylemleri” diye bilinen bu süreçte işçiler hem 12 Eylül yasalarının özgürlük ve örgütlenmeleri kısıtlayan cenderesine itiraz ediyor hem de kendi sendika bürokrasilerini sorguluyordu.

Ülkenin dört bir yanında işçiler ‘hastalanıyor’, topluca viziteye çıkıyor, servis araçları yerine yürüyüşlerle işe gidiyor, iş yavaşlatıyor, farklı ve yaratıcı direnişlerle toplumsal hayata ağırlığını koyuyordu. O dönem işçi yürüyüşlerinin ortak sloganlarından biri Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a atfen “Çankaya’nın şişmanı işçilerin düşmanı” idi. Hiçbir işçinin “Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklanmadığı” zamanlardı. Sosyalistler, böylesi bir altüst oluşta, farklı bir siyaset dilinin sosyal demokratlar açısından da gerekli olduğuna inanmıştı.

1989 seçimlerinde yine mahcup seçim sonuçlarına sevinmiştim. Bizim cenahın oyları 3 binlerde kalırken, SHP İstanbul, Ankara, İzmir belediyelerini alarak toplam oyların yüzde 28.7’sine sahip olmuştu. Hükümet tarihi bir yenilgi almış ve ANAP hükümetinin önlenemez düşüşü bu tarihten itibaren başlamıştı.

Aradan 30 yıl geçmiş. Koca bir ömür. Dün yine sevindim. Kazanan yine CHP’ydi ve bu defa mahcup değildim. Yine yenilen “3. Milliyetçi Cephe” ittifakıydı.

Sevgili okur, hiç kuşkusuz bu yenginin/yenilginin nedenleri, sonuçları ve etkileri üzerine çok sayıda analiz ve yorum okuyacaksınız. Benim de kendimce kanaatim var. Kıyısından, ucundan paylaşmak isterim.

Başlayalım…

Kazanan, otoriter siyaset (politik toplum) karşısındaki kültürel hegemonyadır. Ülkenin yarısı moderniteden, “muassır medeniyetten” yana tercihini bütün havuç politikalarına karşı değiştirmedi. Ödüle de cezaya da aynı mesafeyle yaklaştı. Teslim olmadı. Daha önemlisi adalet ve haklı olmanın ne kadar kıymetli olduğunu hiç unutmadı.

İktidar bloku ekonomiyi, siyaseti, yasaları, medyayı, yargıyı, akademiyi ele geçirdiğinde kültürel hegemonyayı da ele geçirebileceğini öngördü. Ele geçiremediğini de KHK ile akademisyenlerin tasfiyesi, kendisinden olmayan sanatın “içine tükürülmesi”, rızanın üretilmesi için medyada “ötekilerin” kovulması ve tekelleşmenin sağlanması ile sağlamaya çalıştı.

Bütün bu “toplum mühendisliği” projelerinin yetmediği yerde ise İslamcı vakıflar, STK’lar, “tarafsız sanatçı”lara sağlanan olanaklar ve Payitaht İstanbul, Ertuğrul, Kutulamare vb. kerameti ve gerçekliği kendinden menkul, yeni tarih tahayyülleri ile oluşturulmaya çalıştı. Olmuyordu. Olmadığını da en iyi Cumhurbaşkanı Erdoğan biliyordu. Bu gerçeği “sadece 2 alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı üzgünüm. Bunlardan biri eğitim diğeri ise kültür-sanattır”[1] diye itiraf ediyordu.

Aslında Şükrü Hanioğlu bu çabaların verdiği neticenin diğer ülkelerdeki muhafazakârları kıskandıracak “bir denge kurduğu” düşüncesindeydi.[2]

Oysa o hegemonya yıllardır süregelen birikimin, üretimin ve çabanın sonucuydu. O hegemonyanın sahipleri bunun için çok acı çekmiş ve bedel ödemişti. Tanıl Bora’nın deyişiyle iktidar mahfilleri bu üretimin üstüne konabileceklerini düşünüyordu. Bora şöyle diyordu:

“İslâmcı-muhafazakâr “kültürel hegemonya” mazereti, solda sadece lafla değil kültürel üretimle inşa edilmiş bir anti-elitizmi bedavadan gasp etmeye kalkıyor. Varsa iktidarın bir karşı kültürel hegemonya teşebbüsü, nirengisi işte buradadır. Belki daha doğrusu: bundan ibaret... “[3]

Böylesi bir basitliğin hegemonyayı küçümsediği, ele geçirilebilir bulduğu ve tahakkümle bu rızayı üretebileceği varsayımını da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Oysa hegemonyada “ahlak, kültür ve toplum tarafından içselleştirilmiş değerler de vardı. Bu olguların yerine konacak yeni kavramlar ya da bu kavramların rektifiye edilmesi ile ortaya çıkan “şey” o yüzde 50’de bir karşılık bulmadı.

Unutmayalım ki böylesi üst perdeden yaptığımız tahliller, aslında yaşam biçimi ve gündelik yaşamda başkalarının kimliğine, inancına, değerlerine, alışkanlıklarına ve ahlaki nomlarına yapılan müdahale/hakaretlere duyulan tepkiydi.

“Affedersiniz Rum ve Ermeni” ya da “Kürt DE olsa” diye başlayan ayrımcılık ve/veya yumruğu atanın siyasi görüşüne göre verilen cezalar ve/veya yolsuzluğun devlet kurumların tarafından üstünün örtülmesi, Rabia’nın ölümünün soruşturulmaması gibi onlarca, yüzlerce örnekle somutlanabilecek bir sürecin sonunda bugüne gelindi.

Bugüne gelinirken, iktidar bloku kutuplaşmadan kaynaklanan mahaller arası geçişin olmayacağı varsayımından hareket etmişti. Oysa haksız seçim tekrarı ve yukarıda anılan örneklerle aslında bu kutuplaşmanın vicdanlar ve adalet duygusu ile parçalanabileceği gerçeği de anlaşılmış oldu.

Bu seçimin başka sadaları da var. Tadını çıkarıp başka yazıya saklayalım.

“Yeniden” merhaba…


[1] https://www.iha.com.tr/haber-erdogan-sadece-iki-alanda-arzu-ettigimiz-seviyeye-ulasamadik-612822/

[2] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/06/11/kulturel-hegemonya-ve-muhafazakrlik

[3] https://www.birikimdergisi.com/haftalik/8174/kulturel-hegemonya#.XRDDSRR2llA

Yazarın Diğer Yazıları

Suna Kıraç'ın ardından: Yaşamı ve yaptıklarıyla ölüme inanmadı, ömründen uzun idealleri vardı…

Suna Kıraç’ın ‘teamüllere aykırı’ tek tercihi bir Koç profesyoneli olan İnan Kıraç’la evlenmesi olmadı. Çiftin aldığı bir başka karar, yine o dönem ve temsil ettikleri ‘sınıf’ açısından büyük bir devrimdi. Mademki çocukları olmuyordu onlar da bir çocuğu evlat edineceklerdi

Suriyeli mültecilerin hatırlattıkları (1)

Ensar’lıktan ‘halkta büyük tepki’ ya da ‘büyük sorunlar çıkması’ gerekçesine evrilen sürecin miladı, en kolay ikna edilebileceği öngörülen AKP tabanında bile yaşanan oy kaybı ve bu oy kaybında Suriyeli mültecilerin rolüydü. İdeolojik olandan pragmatik ve hak ihlallerini barındıran dönüşümde de bu anketlerin rolü vardı

Satın alınan demokrasi

Demokrasi için cebinden para harcayıp oy veren seçmen kazandı; devletin parasını ve demokrasinin değerlerini harcayanlar kaybetti.