1990 yılının bu vakitleriydi. Bir anne yorgun, oğlunu ilk kez kucağına aldı. İçini kaplayan sevinç ve hiç tatmadığı o coşkuyla oğluna bakakaldı.
Demek ki evlat sahibi olmak böyle bir şeydi. Böyle bir duyguydu. Mutluluktu.
Hastane faslı çabuk bitti. Evlerine döndüler.
Oğlu için pek güzel bir bebek odası hazırlamışlardı. Biraz masraflı olmuştu ama değmişti.
Oğullarını ihtimamla yatağıyla tanıştırdılar. Loğusa şerbetleri kaynatıldı. Akrabalar gelip onu kucaklarına aldıklarında anne ve baba kaygıyla birbirine baktı. Ya mikrop kaparsa diye oğullarını sakındı.
Hele hele onu öpenler vardı ki ne dense yeriydi.
Anası oğlunu emzirmeye, babası mesai saatlerini iple çekmeye başladı.
Uyurken onu seyrediyorlardı. O yumuk gözler ve minik yumrukları baktıkça ne borç, ne geçim kaygısı, ne de işsizlik kaygısı yaşıyorlardı.
Babası oğluna meftundu. Evdeki yaşanan tek gerilim oğullarını kimi yıkayacağı, ya da tülbentle kurulamak varken neden havlu kullanıldığıydı.
He o geceler yok mu? Hani ağladığı, hani anasının emzirdiği, hani babasının ayakta beklediği o geceler..
Anası emzirirken öylesine dikkat kesiliyordu ki boynu tutuluyordu. Babası gazını çıkarırken uyanmasın diye nefesini tutuyordu.
Daha geleli saatler olmuştu ama şimdiden anasının “bir tanesi”, babasının “her şeyi” oluvermişti.
Adını dedesinin hatırına Yaşar koymuşlardı.
Yaşar mutluluğun resmiydi.
Yaşar yaşama sevinciydi.
Geceler uzamıştı. Kimi zaman gaz sancıları tuttuğunda ana ve babası kalkıyor ve o uyuyuncaya kadar başucunda bekliyordu.
Hele kakasını yapamadığında babasının elinde kulak pamuğu zeytinyağına batırıp o kılı kırk yaran operasyonları vardı ki anası gülmekten konuşamıyordu.
O geceler boyunca bir yandan oğullarını izliyor, bir yandan da televizyon seyrediyorlardı.
Tarih 12 Hazirandı.
Mardin’in Yeşilyurt köylülerine dışkı yediren Binbaşı 2.5 ay hapse mahkum olmuştu.
Ananın midesi bulandı. Sadece gülümseyerek, “oğlumun olsa acaba” diye babasına baktı.
Babası da gülümsedi. Haberi unuttular.
Tarih 16 Hazirandı.
Televizyonlar Güneydoğu’da yaşanan iki çatışmada bir asteğmen ve 6 erin şehit olduğu haberini veriyordu.
Evlere düşen ateşin acısını yüreklerinde hissettiler.
Bir ananın o derinlerden gelen “oğğğluummmmmmmmm” deyişine içlendiler.
Baba hemen kanalı değiştirdi. Oğlunun doğmasından bu yana iç burkan, hele hele işin içinde evlatların olduğu haberleri izleyemez hale gelmişti.
Anasının gözlerindeki iki damla yaşı gördü. Havayı dağıtmak için “oğlanın altına baktın mı” dedi.
Anası hem oğlunun bezini açtı hem de konuşmaya başladı.
“Bir gün gelecek bizimki de askere gidecek” deyiverdi. Sonra korkuyla babasına baktı.
Babanın içi ürperdi. “Amaaaan o zamana kadar bu işi çözerler, daha 20 yıl var. Senin de aklına neler geliyor” diye dalgasını geçti.
Aradan 20 yıl geçti.
Bir gün kapı çaldı.
Emekli baba evdeydi. Kapıyı açtı.
Kapıda bir subay ve elinde bir zarf vardı.
Yaşar yaşayamamış, yaşatılamamış, şehit olmuştu.
Anası, o derinlerden gelen “oğğğluummmmmmmmm”çığlığı ile yere yıkıldı.
Televizyonlardan o anı oğlunu emziren bir ana seyretti.
Tarih 2010 yılının haziran ayıydı.
Daha oğlunun askere gitmesine 20 yıl vardı.