Başlıktan devam edelim. Başbakan’ın olamaz. Olmamalı.
Seçim sonraları “balkon konuşmaları”nda herkesin başvekili olma iddiasına sahip bir siyasetçi hiç kimseyi dışlamamalı. Zira ayrımcılık yaptığı her grup, kategori, inanç ve gelenekten insanlar bu ülkede yaşıyor. Bu gerçek göz ardı edilerek “birileri” teşhir ve nefret söyleminin hedefi haline getirilmemeli.
Başbakan Erdoğan için öfke “bir hitabet sanatı.”
Halkın bu söylemi anladığını, kendisinin de halk için konuştuğunu söyledi.
Öfke siyasetçi açısından bir zamanlar Şahan’ın skeçlerinde kullandığı medya mensubunu çağrıştırıyor. Hani önündeki ratingmetre düşmeye başladığında yumruğunu masaya vurarak ratingi yükseltiyor, göz ucuyla da bu ratingmetreyi izliyordu.
Siyasetçi de masaya ne kadar yumruk vurursa o kadar izlenir olduğunu düşünebilir.
Tabi bu sadece “izlenme” kaygısının yanı sıra bir de “dik durma” sendromunu da içeriyor. Yani öfkelendiği ölçüde muhatabına karşı ödünsüz, mücadeleci bir imaja hizmet ediyor.
Başbakanın hangi saikla böylesi bir üslup tutturduğu bu yazının konusu değil. Ancak bu öfke söyleminden en son tinerci çocuklar nasibini aldı.
Başbakan’a göre dindar bir gençliğin anti-tezi tinerci olmak.
Oysa kendisi bir sentez yaptığını düşünüyor. Soruyor; “hem dindar hem de çağdaş olunamaz mı?”
Aynı soruyu şöyle sorsak;
Hem dindar olunmadan -burada ateist olmak değil, dini inançlarına göre yaşam tarzı kurmamayı kastediyoruz- AKP’li, milli ve manevi değerlere bağlı olunamaz mı?
Mesela dinin yasakladığı içkiyi gündelik yaşamında sıkça kullanan bir kişinin milliyetçi ve dini inançlara saygılı bir kimliği olamaz mı?
Bu tür alternatif yaşam tarzlarıyla ilgili onlarca karşı tez üretilebilir. Ama bu yazı aslında tinerci çocuklarla ilgili yapılan haksızlığı vurgulamayı amaçlıyor.
Dr. Ali Koyuncuer tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de yapılan anket çalışmalarında ve ampirik gözlemlerle, sigara ve alkol dışında en sık kullanılan maddenin esrar olduğu, ikinci sırada ise en sık olarak uçucular diye adlandırılan yapıştırıcılar, çözücüler, benzin, gaz gibi maddelerin yer aldığı görülüyor.
15 ayrı okulda 1995'te 2.800 öğrenci ile yürütülen bir çalışmada, uçucu maddeyi yaşamında en az bir kez kullanan gençlerin oranı %3,8 iken, 1998' de bu oran %8,8 buluyor.
Aynı makalede O. Doğan tarafından Sivas’ta lise öğrencileri arasında yapılan bir araştırma da var. Ankette Sivas ilinde uçucu madde kullanım oranını %12,4 olarak saptanmış. Yine aynı çalışmada, son bir yılda en az bir kez kullanma oranı %6,2, son bir ayda en az bir kez kullanma oranı ise %4,7 olarak gösterilmiş. N. Dilbaz ve arkadaşlarının Ankara’da yaptıkları araştırmada ise yaşam boyu (en az bir kez) kullanım %4,2 iken, son 12 ayda kullanım %2,4 olarak bildirilmiş.
Anket tarihine bakalım. 1995. Yani Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu Refah Partisi’nin seçimlerden birinci parti olarak çıktığı bir yıldan söz ediyoruz. Ya Sivas?
Neredeyse 25 yıldır muhafazakar partilere oy veren Sivas 12 Eylül referandumunda yüzde 76.6 oranında “evet” diyen bir şehirdi.
Yani dindarlık nerede başlar, bağımlılık nerede biter bu soru biraz netameli olsa gerek. Araştırmacılar çocukların tiner vb. uçucu maddelere ulaşma kolaylığına dikkati çekiyor. Ortalama 11-13 yaş civarında denenen bu uyuşturucuya ulaşma oranında, çocukların yüzde 44’ü “çok kolaydı” yanıtını veriyor.
Devletin başındaki makama düşen görev ise işte bu “çok kolay” ulaşılan uçucu maddeleri ulaşımı engellemek ve tinerci diye bilinen çocukların rehabilitasyonu ve topluma katılımını sağlamak. Türkiye genelinde sayıları 3 bini bulan bu çocukları günah keçisi haline getirmek değil.