Fikir, bol bol birlikte nezarethanede soluğu aldığım Ali Donat’tan çıktı. Acaba Kabataş liseliler 35 yıl sonra yeniden ‘birlikte’ Taksim’e çıkabilir miydi?
Öyle ya, Kabataş’ın adı o yıllarda dönemin sağ gazeteleri için ‘içinde örgüt yuvalanmış lanetli’ b
ir liseydi. Zira 1977-1979 yıllarında İstanbul’da gerçekleşen toplumsal olaylara Kabataşlılar üç bin kişi birden giderdi. Hadi abartmayalım, üç bini de iştiyakla gitmezdi ama önde ‘abiler’ arkada boşaltılmış okulun öğrencileri cenazelerde, mitinglerde birlikte boy gösterirdi. Kabataş lisesi kalabalık bir okuldu. Yarısından fazlası yatılıydı. 12 Eylül öncesinin toplumsal olaylarına duyarlı bir öğrenci kitlesi vardı.
O yıllarda okullar sağ ve sol arasında paylaşılmıştı. Kabataş sol eğilimlilerin galebe çaldığı bir liseydi. Sol ise şimdiki gibi onlarca gruba bölünmüştü. Yani sol içinde de büyük bir nüfuz rekabeti yaşanırdı. İşte zurnanın zırt dediği yer de orasıydı. Kabataşlılar bu gösterilerde siyasi gruplarına göre ayrılmak yerine hep birlikte katılmayı seçmişti. Ortak sloganlar seçerler, sonra da üç bin öğrenci ‘Kabataşlı Devrimciler’ (KAB-DEV) pankartı altında beraberce yürürdü. Sağ gazeteler de önceden duymadıkları bu KAB-DEV’i yeni tezahür etmiş bir örgüt sanırdı. Ertesi günkü gazeteler öğrencilerin espri ve gırgır konusu olurdu.
Acaba 35 yıl sonra KAB_DEV pankartı altında o yılların liselileri yeniden buluşabilir miydi? Sanal medya sayesinde Kabataşlılar aynı ‘bildirim grubu’nda yeniden buluştu. Sonra ‘acaba şimdiki liselilerden gelen olur mu’ sorusuna “geliriz abi/amca” yanıtı da gelince kollar sıvandı. Bir pankart hazırlandı. Adı yine KAB-DEV’di.
Sırada hepimizin boğazını düğümleyen üçüncü soru kalmıştı. “Gidenlerimiz” de bizimle yürüyecek miydi?
Ömer Faruk Albayrak henüz 17 yaşında bir kahpe kurşunla gitmişti. İçimizdeki en yakışıklı, eh heybetli ve en heyecanlımızdı.
Murat Özdemir 19 Aralık ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ sırasında daha çok insan ölmesin diye Bursa Cezaevi’nde kendini yakmıştı.
Ve Kenan Eski…lisenin sakin ama kararlı dava adamlarındandı. Sonra 12 Eylül işkencehanelerinde ölümle yaşam arasında gitti geldi. Yalnız bırakıldı. Bir otobüs mü yoksa yalnızlığı mı onu bizden aldı bilemedik.
Üç sevgili kardeşimiz o fotoğraflardan hiç yaşlanmadan bize bakıyordu. Oysa biz saçlarına ak düşmüş, şişmanlamış ve belki de şimdilerde oğlu/kızı o lisede okuyan adamlar oluvermiştik. Hüzünle, kaçamak bakışlarla ve özlemle onları da beraberimizde getirdik.
Önde biz arkada sevdiklerimiz ve onların da arkasında gencecik Kabataşlılar ‘Güneşin Sofrasında’ydık. Ne de olsa biz Karanlığı Ezenlerin Lisesi değil miydik?
Meydan dolup taştığında biz o beş- on ihtiyar liseli, 35 yıl önce o meydanda yitip gidişlerine tanık olduğumuz 35 kişiyi saygıyla andık.
Sonra haykırırken birbirimize baktık…
Sonra ‘gelecek sene daha kalabalık yine buradayız’ sözü verdik.
Hayat saçlarımıza ak düşürmüştü ama ‘sol göğsümüzün altındaki cevahir’ hala gürül gürül yanıyordu.