Şimdi bir an için şöyle bir sahneyi düşünmenizi istiyorum.
Batı Nepal'in kırsalında bir kız çocuğu. Sadece on beş yaşında. Ailesinden herkes evindeyken o derin karanlığın içerisinde amcasının ahırında. Burası aslında bir mağara, küçük ve dar. Hava öyle sıcak ki küçük kız nefes alamıyor. Daha en az üç gün burada kalması gerekecek. Dışarı çıkamaz, hele de eve asla giremez. Neden mi? Çünkü, adet görüyor.
Bir başka mevsim, soğuk bir kış günü. Yine bir kız çocuğu. Kulübemsi bir yerde yalnız. Hava çok soğuk, kulübenin çatısından yağmur suları üzerine damlıyor. Üşüyor, titremeye başladı. O da evine giremiyor. Neden mi? Çünkü, adet görüyor.
Düşünmesi bile zor geliyor insana.
Ama dahasını da biliyorum:
İlki, 15 yaşındaki Tulasi Shahi. O gece ahırdayken bir yılan onu ısırdı ve saatler sonra kıvranarak acı içinde öldü.
İkincisi de 15 yaşındaydı. Roshani Tiruwa. Isınmak için yaktığı ateşin dumanı, ciğerleri ile buluştu ve zehirlendi. Sabaha karşı küçücük bedenini buldular. Soğuktu.
Bir ağırlık çöküyor üstüme.
Aklıma, tam bu gün, adet gören 800 milyon kadın ve kız çocuğu ya da trans birey geliyor.
Sadece adet gördükleri için onları bekleyen tabu, damgalama ve yasaklar nedeniyle, ölüyorlar, hastalanıyorlar, okuldan, yaşamdan çekilmeye zorlanıyorlar. Erken yaşta evlendiriliyorlar.
Bir ayrımcılıktır sürüp gidiyor.
Eskiden beri adet söz konusu olduğunda, "adetten", "menstruasyon"dan hele de "kanama"dan bahsedemiyoruz. Çünkü, adet ile ilgili konular "ayıp" kabul ediliyor. Adet görenler de "kirli" ya da "uğursuzluk habercisi" olarak değerlendiriliyor. Ülkemizde de durum benzer. Okulda koridorlarda "arkamı kontrol et" diye birbirine tembihleyen kız çocuklarını, onlara bakıp kıkırdayan delikanlıları hatırlıyorum. Türk Dil Kurumu sözlüğünde "kirli" sözcüğünün sıfat olarak karşılığı "aybaşı durumunda bulunan kadın" şeklinde. Dil değil midir, durumumuzu tanımlayan?
Oysa, adet görme ya da menstruasyon nasıl da doğal bir olay.
Yoksulluk ve kriz durumları daha da sorunlu zamanlar. Ülkemiz şu aralar dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda. Bu insanlara birçok hizmet sunulmaya çalışılıyor. Bunlardan en önemlileri de üreme sağlığı hizmetleri. Bu hizmetlerin değerlendirilmesi, üreme sağlığı konusunda gereksinimlerin belirlenmesi gerekli. Malum bilmeden yönetemezsin.
Bu nedenle, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Türkiye Ofisinin geçtiğimiz haftalarda yayımladığı rapor çok önemli. Raporun adı, "Türkiye'deki Mülteci Kadınlar ve Kız Çocuklarında Menstural Hijyen Yönetimi".1 Bu rapor, onların yaşadıklarını anlamamıza yardım edecek bir çalışma. Her iki kız çocuğundan birinin ilk adet kanaması olduğunda bu konuda herhangi bir bilgisi yok. Öleceklerini düşünüyorlar. Bazen haftalarca, bazen aylarca bu durumu saklıyorlar. Bilmediklerinden korkuyorlar. Bilenler de okuldan alınacaklarından, evlendirileceklerinden korkuyorlar. Hemen hepsi, bilgiye ulaşma, malzemeye ulaşma, malzeme konusunda endişe yaşama ya da yeterli ve güvenli tuvalet/banyo olanağı sorunlarından en az birini yani "regl yoksulluğu"nu yaşıyorlar.
UNFPA Türkiye'nin bu önemli sorunu hele de böyle kırılgan bir grupta görünür kılması çok önemli.
Ülkemizde bu konuda daha çok çalışılması gerekiyor. Kırılgan gruplarda özellikle. Bu çalışmaların öncülerinden birinin üniversitemden olmasından gurur duyuyorum. Prof. Dr. Sevgi Özsoy hocamızın danışmanlığındaki Tuğba Dündar'ın tez2 çalışması görme engellilerin durumunu ortaya koyuyor. Engelliler gibi gruplarda hem engellilere hem de menstruasyona karşı olan olumsuz tavır ve önyargılar sorunu büyütüyor.
Adet sağlığı, cinsel sağlık ve üreme sağlığı ve haklarının ayrılmaz bir parçası olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) için önemli bir belirleyicidir. SKA 3 "Sağlık ve Kaliteli Yaşam", SKA 4 "Nitelikli Eğitim", SKA 5 "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği", SKA 6 "Su ve Sanitasyon", SKA 8 "İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme" ve SKA 12 "Sorumlu Üretim ve Tüketim" ile yakından ilişkilidir.
2030'a az kaldı. Bu konuyla ilgili ayrımcılık sürerken hedefleri sağlamamız mümkün değildir.
Bunun için, bir kavrama daha yakınlaşmalıyız: "Menstruatörler", yani, "regl gören kişiler".
Adet görenler sadece kadın ve kız çocukları değildir. Menstruatörler, çok daha kapsayıcı bir terimdir, çünkü trans erkekleri ve non-binary bireyleri de içerir. Yüzyıllardır adeti hep kadınlığın ayrılmaz parçası olarak gördük. Oysa, nasıl adet görmeyen kadınlar varsa, doğuşta kadın cinsiyette doğmuş olsa da, cinsel kimliği, cinsel yönelimi farklı bireyler de var toplumumuzda. Bu insanları görmezden gelmek, onların en başta hak ettikleri sağlık hizmetine ulaşma olmak üzere temel insan haklarında ayrımcılık yapmaktır. Cinsiyet kimliğinin menstrüasyondan bu şekilde ayrılması, biyolojik bir süreç olarak görülmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde hem kadın ve kız çocukları hem de trans bireyler için, sağlık hizmetlerine, eğitime ve bilgiye erişimde sistematik ve önlenebilir eşitsizlikler yanında damgalanma ve ayrımcılık deneyimlerini de içeren bir kavram olarak karşımıza çıkan "menstural eşitlik"ten bahsedilebilir.
Bitirmeden, bu konuda umut veren bir öykünün paylaşıldığı bir filmi önermek isterim.
Gerçek bir hikâyeden uyarlanan "Padman" şu aralar Netflix'de izlenebiliyor. Superman, Batman, gibi kahramanlara benzemeyen, başka türlü bir kahramanı anlatıyor. Film gerçek bir yaşam öyküsüne dayanıyor. Eşini seven ve girişimci bir ruha sahip olan bir adamın hikâyesini konu alıyor. Hindistan'da geçiyor. Birçok kadının pahalı olması sebebiyle hijyenik ped kullanamadığını fark eden Chauhan'ın öyküsü, yani, Arunachalam Muruganantham'ın. Çok hoş bir film, mesajı göze sokmadan, sıcacık veriyor.
Sanat bir kez daha hepimizden iyi anlatıyor.
Kaynakça
- https://turkiye.unfpa.org/tr/menstruel-hijyen-yonetimi-arastirma-raporu
- http://adudspace.adu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11607/3256/TU%C4%9EBA%20D%C3%9CNDAR%2010.01.2018.pdf
Pınar Okyay kimdir?
Prof. Dr. Pınar Okyay, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı başkanıdır.
Pınar Okyay, 1983'te Bornova Anadolu Lisesinden, 1989'da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden ve 1993'te Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Bölümünden mezun oldu.
Halk sağlığında epidemiyoloji, sağlık araştırma yöntemleri, araştırma ve yayın etiği, biyoistatistik, kadın sağlığı ve afet ağırlıklı çalışmaktadır.
Üniversite hastanesi başhekim yardımcılığı, Özdeğerlendirme Kurulu başkanlığı; 2016-18 döneminde Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Yönetim Kurulu üyesi; 2018 Kasım 2021 Temmuz döneminde HASUDER'in Yönetim Kurulu başkanlığı yaptı.
Halen HASUDER Toplumsal Cinsiyet ve Üreme Sağlığı ile Afetler Çalışma Gruplarında çalışmaktadır. Sağlık Bakanlığı Tıpta Uzmanlık Kurulu TUKMOS ve Halk Sağlığı Yeterlilik Kurulu Denetleme Komisyonu üyesi.
2020 Nisan -2021 Mayıs tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı COVID-19 Bilimsel Danışma Kurulu üyeliği görevini yürüttü.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) bünyesinde TTB Halk Sağlığı Kolu başta olmak üzere çeşitli görev gruplarında yer almaktadır.
Aydın Tabip Odası üyesidir; yönetim kurulu üyeliği yapmıştır; halen TTB Delegesidir.
Bir kitapsever, gezgin ve T24 İnternet Gazetesi haftalık köşe yazarıdır.
|