'Tarihte yolculuk yapabilseydim nereye giderdim' diye düşünürüm zaman zaman. Her okuduğum kitapla o yer değişir. Kaparım gözümü, o zaman ve yerlerde hayal ederim kendimi. Sonsuz bir gezginlik bahşettiği için tarih ve mitleri okumayı severim.
Önce Sümer'den başlarım.
Bana her şey Sümer'le başlamış gibi geldiği için.
7000 yıl öncesine gider; bereketli toprakları ekip biçen, ürünlerini ölçerek paylaşan, daireyi 360'a, günü 24'e bölen bu halkın arasına karışırım. Zigguratlardan1 birine tırmanır, oradan aşağıya bu çalışkan insanlara bakarım.
Ama en çok da yazı ustalarının "dupşar" dedikleri ekmek dilimleri gibi biçimlendirilmiş balçık tabletlerin üzerine uçları sivriltilmiş ince kamışlarla yazı yazmalarını izlerim. Sonra da güneşin kollarına kurusun diye bırakılmış tabletlerden birini alıp, parmak uçlarımı özenle o yazının üzerinde gezdiririm.
Saray kütüphanelerinde bulunan raflarda yan yana itina ile dizilmiş tabletler arasında Gılgamış Destanı'nı bulur; bir zamanlar Londra'daki büyük kitabevlerinde yaptığım gibi yere oturup, kendimi kaybedip, soluksuz okurum.
Gılgamış, malum Uruk kentinin kralı. Büyük Tufandan sonra kurulmuş en önemli kentlerden biri Uruk. Günümüze ulaşabilmiş tabletler destanın tamamı değil. Diğer bölümlerine ulaşabilmek de bugünlerde o coğrafyada ne yazık ki mümkün görünmüyor.
Gılgamış, yolculuklarının sonunda, yoğun ve üzgün, Ziusudra'nın2 adasına vardığında onun evinde uzun bir uykuya dalar. Büyük Tufandan kurtulmuş olan bilge Ziusudra ve karısı bu büyük krala acırlar. Ve sonunda, Gılgamış'ın eli boş bir şekilde ülkesine geri dönmesine Ziusudra'nın gönlü razı gelmez.
"Bir gizi açayım sana Gılgamış,
İnsanoğlunun bilmediği bir gizi:
Bir ot var, kökü dikenli bir ot,
Dokunmayagör parmaklarına batar,
Böğürtlen dikeni gibidir dikenleri
İşte ele geçirirsen bu otu
ölümsüz yaşamı avucunda bil"3
Gılgamış denizin dibine dalar ve otu bulur. Ama hemen yemez, önce bir başkasında denemeye karar verir. Hatta ilk deneyeceği insana da bir ad takar: "Gençleşen yaşlı adam". Ama kader değil mi, ne o adam, ne de kendisi yiyemeden, yıkanmak üzere girdiği su birikintisinde bir yılana kaptırır ölümsüzlük otunu.
İşte o gün bugündür yılandır sembol olarak kullanılan "ölüm" ya da "sağlık" konuşulduğunda. Her kültürde karşımıza çıkar.
Eski Mısır'da, Horus'un bir gözü Set'in darbesiyle ağır yara aldığında, Thoth tarafından iyileştirilen o gözden akan yaş bir yılan olarak resmedilmemiş midir? Öyle inanılırdı ki Horus'un gözünün şifasına, hastaların iyileşmesi için sarf edilen bütün büyülü sözler bu göze okunurdu. Zamanla benzer şekilde tüm hekimler, bu gözün sembolik işareti ile reçetelerini güçlendirdiler; Horus'un gözünün çizimi ile ilaçları verir oldular. Asklepios'un zamanı geldiğinde, yılanı sarılı asasından destek alan tanrı sağlık dağıttı insanlara. Ancak, ölüleri diriltmeye kalkınca, tanrıların hoşuna gitmedi yaptığı; insanın ölümsüzlüğünü sevdiremedi diğer tanrılara ve olan kendisine oldu.
Kadim çağlardan beri, tapındıkları, adaklar verdikleri tanrıları, insanın göğe yükselmesini, onların tahtlarına ortak olmasını izlemezler insan mitlerinde. Babil Kulesinin göğe yükselen katlarından memnun olmayan tanrılar, aynı dili konuşan insanları bin bir dile bölerek nasıl düşürmüşlerdi birbirine? Orada da olan kuleye olmuş ve yapımı asla bitmemişti.
Ölümsüzlük insan için yasaktır.
Peki, insan vazgeçmiş midir?
Şöyle diyelim, daha gerçekçi bir hedefin peşine düşmüştür. Ölümsüzlük olmasa da daha uzun ve daha sağlıklı bir yaşamı istemekten bir an için bile vazgeçtiği olmamıştır.
Bugün istatistikler, alınan yolu gözler önüne seriyor. Belirli bir yılda doğan kişinin ortalama kaç yıl yaşayacağını gösteren bir ölçüt olan "doğuşta beklenen yaşam süresi", Dünya'da her iki cinsiyet dikkate alındığında 73,2 yıldır. Kadınlar 75,6 yıl ile 70,8 yıl beklentisi olan erkeklerden hemen hemen 5 yıl daha fazla yaşamaktadır. Hong Kong ve Japonya 85 yıl ile başı çekerken, Türkiye 78,5 yıl ile 52. sırada. Kadınlarımızın 82,2 ve erkeklerimizin 75,6 yıl yaşam beklentileri var. 4 Bu değerler, antik çağların 30'lu yaşlarının çok ötesinde.
Ama, bu yılların artması kadar, bu yıllarda nasıl yaşandığı da çok önemli. Gılgamış'ın yolunda "gençleşen yaşlı insan" arayışındayız.
Bu arayışa bugünlerde biraz mola vermiş görünüyoruz. Şu anda derdimiz sadece hayata tutunmak. COVID-19'la yaşam ile ölüm arasındaki insanların öykülerini ve yaşanacak birçok yılın kaybedildiğini biliyoruz. İtalya'da yapılan bir araştırma, COVID-19 nedeniyle kadınların beklenenden 11 ve erkeklerin de 13 yıl daha önce öldüğünü gösteriyor.5 Amerika'daki araştırmalar bu ölümleri göstermek dışında bir de dezavantajlı grupların çilesinin bu konuda da devam ettiğini gözler önüne koyuyor. Beyazlara göre diğer etnik kökenlilerin çok daha fazla yaşam yılı kayıpları var. Dezavantajlı gruplar sadece bunlarla sınırlı değil. Örneğin HIV hastalarında bu dönemdeki tedaviye ulaşma sorunları ile ölümler artıyor.6
Ve, tüm bu insanlara bakım veren sağlık personeli ise daha fazla risk içinde olduklarından daha fazla ölüyorlar. Yaşamlarından yaşam yılları çalınıyor. Özellikle hekimlerin ölüm hızları topluma göre çok yüksek olduğu istatistiklerde açık şekilde gözleniyor: En az 10 kat daha fazla.
İnsanlık tarihi kadar eski bir geleneğin günümüzdeki temsilcileri olan hekimler, insanın sağlığının bir anlamda kararlı bekçileri. Yüz yıllar içinde değerleri oturdu. Sadece seçkinler için değil, herkes için hekimlik yapmayı, bir sağlık ekibi olarak hizmet etmeyi, her koşulda etik ilkelerine dayalı bir davranış geliştirmeyi başardılar. Sorumluluk duygusu ile her insan gibi korktukları, yakınlarını özledikleri ve hem kendileri hem de onlar için endişe ettikleri halde işlerine devam ediyorlar.
Haklarının korunması ve her türlü desteğin sağlanması onların mesleklerini sürdürebilmesi için gerekli, en çok da toplumun sağlığının garanti altına alınması için. Bu nedenle, bu hafta içinde gerçekleşen Sağlık Bakanı ile Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı görüşmesini çok önemli buluyorum. Bu iletişimin önümüzdeki günlerde TTB bünyesindeki Uzmanlık Derneklerinin katılımını ile bir kez daha gerçekleşeceğini de öğrenmiş olmak ayrıca mutluluk verici. Meslektaşlar olarak tam bir dayanışma içinde olduğumuz günlere inanmak istiyorum.
Böyle bir dayanışmayı kaybettiğimiz meslektaşlarımıza borçluyuz.
Hepsini, Dr. Yavuz Kalaycı'nın aziz hatırası ile analım.
Annesini, babasını ve kardeşini de COVID-19 nedeniyle kaybeden hekim arkadaşımızın "Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?" olan son sözleri hepimizin yüreğine dokunuyor.
Evet, onlara borçluyuz.
Onlardan kalanlar sahipsiz değildir; emanetleri hepimizedir.
Açıklamalar ve kaynaklar
- Ziggurat: Antik Mezopotamya vadisinde piramitlere benzeyen teraslı tapınak kulesidir.
- Ziusudra: Sümer mitolojisindeBüyük Tufandan kurtulan kişidir. Babilcede karşılığı Utnapiştim'dir.
- Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi. Gılgamış Destanı. Çev: Sait Maden. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 2018
- Worldometers - Life Expectancy of the World Population
- Hanlon P, Chadwick F, Shah A et al. COVID-19 – exploring the implications of long-term condition type and extent of multimorbidity on years of life lost: a modelling study [version 1; peer review: 1 approved] Wellcome Open Research 2020, 5:75
- Coronavirus Disease (COVID-19) Preparedness and Response UNFPA Interim Technical Brief