Bir anım vardı. Murakami'nin kahramanı her aya baktığında nasıl ikiz ayları görebiliyor ve hissedebiliyorsa bir paralel yaşamı2, ben de turkuaz rengini her gördüğümde bir kapı açılır ve bir süreliğine de olsa yeniden o ummana dalardım. Önüm arkam turkuaz olurdu.
Oysa şimdi, o malum tablo nedeniyle hayatımdaki güzel bir anıyı kaybettim sanki. Gerçi kaybedilenlerin yanında, ne ki benim bir anıyı kaybetmem…
Bu aralar, önüm arkam COVID-19 ve salgın.
Her akşam o malum tablo ile turkuaz, soğuk bir renk oldu vakalar ve ölümler arasında.
Sağlık Bakanlığı'nın her gün paylaştığı verileri biliyoruz; tekrar etmeyeyim.
Epidemiyolojinin en önemli stratejisi olan "karşılaştırma" ile ne durumda olduğumuzu ortaya koymaya çalışayım.
Dün itibariyle dünya istatistiklerinde ülkemiz Hindistan, Brezilya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) sonrasında 4. sırada en yüksek "günlük yeni vaka" bildiriminde bulunmuş. Ama bu veriyi sadece bu kadar okumamız eksik olur. Bu üç ülkenin de nüfusları bizden çok yüksek. Hindistan yaklaşık 1 milyar 400 bin, ABD 333 milyon, Brezilya 214 milyon. Ülkemiz de malum 85 milyon.
İşte tam da bu nedenle en azından nüfusa oranlayarak günlük yeni vakaların boyutunu değerlendirmek gerekiyor.
Ülkemiz her 100 bin kişi başına 66 günlük yeni vaka bildirirken en yakın takipçimiz Brezilya için bu sayı 42, ABD için 26 ve Hindistan için 10 vaka olarak gerçekleşti. Dünkü veri böyle. Ne yazık ki nüfusa oranlandığında bir gün içinde bildirilen yeni vaka sayısı açısından dünya birincisiyiz. Bu durum günlerdir bu şekilde. Bu vaka artışını birkaç hafta içinde ölümlerin izlediğini de biliyoruz artık. Durum vahim.
Sağlık Bakanlığı'nın 10 Nisan 2021'deki günlük Koronavirüs tablosu
Ülkemizde salgın kontrolden çıkmıştır.
Peki, ne bekliyoruz?
Yapılan testlerde test pozitiflikleri yüzde 18'lerde görünüyor. Yani, her 100 test yapıldığında 18 pozitif sonuç gelmektedir. Üstelik testlerin hastaları yakalama gücü de düşünüldüğünde aslında bu oranın çok daha yüksek olduğu söylenebilir.
Sadece üç gündür 300 binin üzerinde test yapabiliyoruz. Danimarka'ya bakın, nüfusunun beş katı test yaptı şu ana kadar. Her bir milyon kişi başına 5 milyon test yapmış görünüyor. Tam 28 ülke bu durumda. Biz 72. sıradayız. Günlük bin kişi başına yapılan test ise Danimarka'da 28, ülkemizde 3.
Ülkemizde yapılan test sayısı yetersizdir.
Peki, ne bekliyoruz?
Karşılaştırmalar, ülkemizin salgında geldiği noktada, artık daha sıkı önlem almadığımız her günün, daha fazla hasta insanımız ve daha fazla ölen insanımız demek olduğunu gösteriyor.
İçim acıyor.
Veriler, daha sıkı önlemler almak gerektiğini gösteriyor.
Daha sıkı önlemleri gecikmeden almak gerekiyor.
'Tam kapanalım' denilmesi boşuna değil.
"Tam kapanma da olur muymuş? Uygulanamaz."
"Bir aylık ihracat geliri olmazsa, şimdiki gibi ücretsiz sağlık hizmetini alamazsınız."
Kulaklarımla duydum bunları. Hem bilim insanlarından hem de siyasetçilerden.
Oysa, şunu biliyorum, "tam kapanma", kaçınılmaz şekilde gerekliyse ve kapanma gibi açma sürecini de içeren bir bütüncüllükle uygulanırsa çok değerli bir salgın stratejisidir.
Tam kapanma, hayatın sürdürülmesi için elzem ve ertelenemez tüm alanlar dışındaki alanların kapatılması demek.
Ve kapanmanın çok iyi planlanması, demek.
Ve sonrasında, açılmanın da basamaklandırılması, demek.
Buna karşı çıkanların bir savı da zaten yeterince sıkı önlemler aldığımız, uygulamada sorunlar olduğu yönünde. İlkine katılamayacağım.
Oxford Üniversitesinden bir grup bilim insanının geçen yıl Mart başında tanımladığı salgında alınan önlemlerle ilgili bir sıkılık indeksi var.3 Dokuz farklı değişken üzerinden ülkelere 100 üzerinden bir oran verip, sınıflandırıyor. Neleri dikkate alıyor: Okul kapanışları; işyeri kapanışları; halka açık etkinliklerin iptali; halka açık toplantılarla ilgili kısıtlamalar; toplu taşıma araçlarının kapatılması; evde kalma gereksinimleri; kamu bilgilendirme kampanyaları; iç hareketler üzerindeki kısıtlamalar ve uluslararası seyahat kontrolleri.
Ülkemiz bu indeksten 4 Nisan 2021 tarihi itibari ile 100 üzerinden 72 alıyor.4 Bu demek ki, hâlâ alınabilecek önlemler var. Hem tanımlanan değişkenler için ek önlemler hem de burada tanımlanmamış olanlar ile ilgili alınması gerekenler.
Bir de alınan önlemlerin uygulamasında onlarca 'istisna' adı altında delik var.
"Elzem ve ertelenemez" alanlar tanımlandığında, zaten toplumun bir bölümünün çalışma hayatında olması kaçınılmazdır.
Toplumda salgının yükü bu kadar fazla iken, ortak yaşamımızın sürdürülmesi için gerekli bu alanlarda çalışanların güvencesi de, elzem olmayanların tanımlanmış bir süre kapatılmasıdır.
Bu süreçte en önemlisi, vatandaşımıza yapılan salgın desteğinin yaygınlaştırıp arttırılması. Vergi affı, kira, doğrudan mali destekler, gıda destekleri gibi desteklerin yapılması gerekiyor. İnsanlarımıza daha sıkı önlemler bu destek olmadan dayatılamaz; uygulanabilir ve gerçekçi olamaz elbette.
Evet, beklememeliyiz.
Bu işin böyle sürmesi, en çok üzerine titrenilen turizm gibi sektörler için de kötü olacak gibi görünüyor. Bunun ilk sinyalleri geliyor.
"Kral çıplak!" hikayesi vardır ya, vakanız çoksa, varyantlar varsa eninde sonunda dünya da bunu görüyor.
Son günlerde Çin ve İran seyahat kısıtlaması koydu ülkemize. Rusya, Türkiye'den gelenlerde her iki, hem İngiltere hem de Güney Afrika varyantını saptadıklarını söyledi; vatandaşlarını ülkemize yolculuk kararlarını gözden geçirmeye davet etti. İsviçre, Türkiye'den gelenlere karantina uygulanacağını söyledi; 19 Nisan'dan itibaren başlanıyor. Test yapılmış ya da aşılı olup olmasına bakılmaksızın on gün karantinada kalınacak. 10 bin İsviçre Frank'ı ceza; yaklaşık 90 bin Türk Lirası.
Bunlar giderek artacak.
Ülkelerin başta aşılı turistlerin bağlanması ile ilgili yarıştığı ortamda, geciken her önlem yaz aylarını ve turizm sezonunu daha da zorlayacaktır.
Ve okullarımız,
Ve sağlık sistemimiz,
Onların açık ve işlevsel kalması, toplumda salgın yükünün azaltılmasına bağlı.
Aşılarımız uygulanıyor. Yeterli miktarda değil henüz, yeterli hızda da. Aşılarla ilgili hâlâ çekinen vatandaşlarımız var. Ama yapılıyor ve yapılacak da.
Zamana ihtiyacımız var.
O zaman içinde de toplumda salgın yükünü azaltacak önlemlere ihtiyacımız var.
Ahmed Arif'in seslendiği gibi, bizim için "umut" yine ancak bizden olabilir.
Erkek, kadın, LGBTİ+, yaşlı, genç, muhafazakar ya da liberal, Türk, Kürt, Sünni ya da Alevi, biz kocaman bir aileyiz.
Ancak ötekileştirmeden, kardeşçe, hep birlikte bu salgınla başa çıkabiliriz.
Bu birlikteliği sağlama sorumluluğu hepimizin ama en çok da bizi yönetenlerindir.
Adına ne derseniz deyin, önlemleri çok daha sıkı, elimizden gelenin en sıkısı olacak şekilde hayata geçirmeliyiz.
Ancak, o zaman özgürlüğümüzün askıya alınmasının bedeli anlamlı olabilir. Bu bedelin karşılığı, salgının kontrol altına alınması ve insanımızın sağlığıdır.
Anlıyor musun?1
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?1
Kaynaklar
- Ahmed Arif. "Anadolu". Hasretinden prangalar eskittim. Everest Yayınları. İstanbul, 2001.
- Haruki Murakami. 1Q84. Doğan Kitap. İstanbul, 2009.
- https://ourworldindata.org/covid-government-stringency-index
- https://www.nature.com/articles/s41562-021-01079-8