Böyle bir yazı düşündüğümü bir arkadaşıma söylediğimde, “Sen mazoşistsin, yediğin küfürler az geliyor galiba” dedi. Haklıydı; örneğin AKP’nin Ergenekon (Gladyo) ile uzlaşarak derin devleti elegeçirmekte olduğunu anlatmaya çalıştığım ‘AKP iktidarı Ergenekon’la kucaklaşırken’ başlıklı son yazıya gelen: “kullanışlı ahmak”, “gerzek bunak”, “meczup dönek”, “paragöz cadı” (Bak, bunu hiç anlamadım, çünkü romanlarımın telifi dışında yazdığım hiçbir yazı için hiçbir yerden para almış değilim, akçeli hiçbir işim, ilişkim olmadı, şimdi de yok) kıvamındaki iltifatlar yetmedi anlaşılan, yenilerine çanak tutuyorum. Ama; kuştan korkan darı ekmesin, okur saldırganlığından korkan düşündüğünü cesaretle, namusluca yazmasın.
İktidarın, Zaman gazetesi ve Samanyolu medya grubunu hedef alan son saldırıları, zihniyet dünyamızda ve siyasî etik anlayışımızda yeni (ve olumlu) bir kırılma noktası olmaya aday. Medyanın; iktidarın organı, sözcüsü, tetikçisi olanlar dışında önemli bölümü, sıranın kendisine de gelebileceğini fark ederek, basın özgürlüğü adına Cemaat’in yayınlarına yönelen operasyonun karşısında yer aldı. Aynı metinde buluşmaları düşünülemeyecek gazeteciler, aydınlar, yazarlar ortak bildirilere imza attılar. Buna karşılık gerek iktidar kanadından, gerekse ulusalcı ve geleneksel solun kimi kesimlerinden bu ortaklaşmaya tepkiler yükseldi. Bazı Cemaat mağdurlarının ‘Oh olsun, eden bulur!’ intikamcılığı (ki anlaşılabilir, insanî bir tepki), kimilerinin ‘ayağı yere basmayan liberal ahlâk yanılgısı’ eleştirisi yanında, tümünün birleştikleri (ve AKP sözcüleri ile de buluştukları) nokta: “Onlar gazeteci oldukları için tutuklanmadılar” idi.
Kendimi bildim bileli, bu ülkede gazeteciler, yazarlar, aydınlar koğuşturulduğunda, yargılandığında, tutuklandığında bütün iktidarlar aynı klişe cümleyi tekrarlarlar. Bu defa da AKP korosu, onlar gazeteci değil sakızını çiğnerken beklenmedik bir şey oldu. Muhtemelen ‘yetti gayrı’ psikolojisinin de etkisiyle, ‘Başka bir şey olduklarını sen yargı yoluyla ispatlamadıkça onlar gazetecidir, biz de basın özgürlüğünü savunuyoruz’ sesi Cemaat’e karşıtlıklarıyla bilinen, hatta Cemaat yargısının mağdur ettiği insanlarca da yükseltildi.
Zor soru, zor sınav
Onlar gazeteci mi? sorusunun cevabını bulmanın güç olduğunu, verdiğimiz cevabın kendi içimize bile sinmeyebileceğini, yanlış cevaplar verip siyasî etiğe uymayan duruşlar sergileyebileceğimizi düşünüyorum. Çok eskilere gitmeye gerek yok: 2007’den başlayan Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde, KCK davalarında, şimdi de Cemaat’e yönelen yargı operasyonlarında, sadece gazetecilerle de sınırlı kalmayan benzer sorular aklımızı, vicdanımızı, adalet duygumuzu zorladı, zorluyor.
Zorlanmanın, ya da yanlış cevabın başlıca nedeni siyasî-ideolojik taraf (tar) olmaktı. Hangi taraftaysak oradan bakıp, o gözlüklerle değerlendirdiğimizde açıktan olmasa da içten içe öteki tarafın suçlu çıkmasını, yenilmesini istiyorduk. Çünkü eninde sonunda bir iktidar mücadelesinde bir ideolojik cephenin parçalarıydık. Ama bence daha da önemlisi: çeşitli siyasî-ideolojik yapılanmaların, örgütlerin, askerî ya da sivil darbe/müdahale planlarının faili, parçası, tetikçisi, kolaylaştırıcısı olanlar ile; bir görüşün, bir siyasetin, bir zihniyetin taşıyıcısı, sözcüsü olanları ayıramamaktı. Başka bir deyişle somut suçun yargılanmasıyla zihniyet yargılaması birbiri içine geçiyordu, çünkü çoğu zaman zihniyet, suçun temelini oluşturuyordu.
Somuta indirgeyecek olursam: Örneğin, devleti bütün kurumlarına sızarak içerden ele geçirmeye çalışan, amacına ulaşmak için çeşitli operasyonlar yapan, önüne çıkan engelleri yargıyı araçlaştırarak, hukuk ve ahlâk dışı yöntemler de kullanarak yıkmakta beis görmeyen bir yapının medyası kuşkusuz zihniyet ve nihaî amaç bakımından o bütünün parçasıdır, bütüne hizmet eder. Bir başka örnek, 1980 öncesinde Türkiye Komünist Partisi’nin legal yayını olan, benim de hem yazar hem de sorumlu olarak parçası olduğum Politika gazetesi mesela. Örgüt bağlarımız vardı ve TKP’nin yasallaşması ve yaygınlaşması amacına yönelik yayın yapıyorduk. Örneğin Ergenekon davasına dahil edilen Odatv, AKP iktidarını hedef almış ulusalcı kesimlerin ve müdahaleci odakların planları doğrultusunda, AKP’li olsun olmasın bu planların karşısında yer alan, farklı düşünen kişileri, kesimleri, yayımları itibarsızlaştırma, karalama misyonunu benimsemişti. Bir başka örnek: o zamanın Cumhuriyet gazetesinde çıkan ‘Genç subaylar tedirgin’ manşeti ne kadar gazetecilikti ne kadar darbe planlarının parçasıydı? Bugünlerde AKP medyasının yazıları, manşetleri, Yeni Akit’in buram buram nefret kokan ve hedef gösteren manipülatif haberleri iktidarın derin devletle bütünleşmesinin ve demokrasiye yönelik saldırısının/darbesinin ne kadar organik parçası, ne kadarı ideolojik bakış ve zihniyet meselesi?
Bu zor sorulara benim cevaplarım var, ama hüküm kesmeye hakkım yok. Özetle söylersem: Siyasî-ideolojik davalarda zihniyet yargılaması çoğu zaman somut suçun yargılanmasıyla karışır. Zihniyet, düşünce, siyasal tercih mahkemelerde değil ancak vicdanlarda ve tarih önünde yargılanabilir. Kişi yıpratmaya yönelik yayınlar, iftiralar, yalan haberler, nefret suçları da hakaret davalarının konusu olabilir. Somut suç neyse davası ona göre görülür.
Basın mensuplarının dokunulmazlığı yoktur, onlar da diğer kişiler gibi bağımsız yargı önünde delilli ispatlı somut bir suçtan yargılanıp suçlularsa mahkûm edilirler. Adam öldürmüşlerse, uyuşturucu ticaretine bulaşmışlarsa, hırsızlık, yolsuzluk, vb. yapmışlarsa, demokrasiye kasteden örgütlü eylemlere, planlara karışmışlarsa, gazeteci oldukları için yargıdan, suçtan sıyıramazlar. Ama siyasal-ideolojik mensubiyetleri ve zihniyetleri için yargılanıyorlarsa, bu durum demokrasinin ‘d’si ile bağdaşmaz.
Demokratlığı düşe kalka öğreneceğiz
Son günlerin gelişmeleri, Zaman ve Samanyolu grubuna yönelik baskılara karşı takınılan tavırlar, çifte standartlardan arınmış demokrat ve özgürlükçü olmanın hem gereğini hem de güçlüğünü gösterdi. Hepimiz demeyim, ama çoğumuz şöyle bir durup düşündük sanırım. Kıvılcım, Cemaat yargısı kurbanı Ahmet Şık’ın Zaman’a basın özgürlüğü adına sahip çıkan tweet’iyle çaktı, Ekrem Dumanlı ve Cemaat’e yakınlığıyla bilinen diğer isimlerin Şık’tan utangaç bir özür dilemeleriyle sürdü. Cemaat’e karşı olmalarıyla bilinen, tanınan aydınların, tanınmış saygın kişilerin çeşitli biçimlerdeki destekleri karşısında, Cemaat’in kendi iç muhasebesini yapmaya başladığının belirtileri var.
Bu gelişmeler, günün heyecanıyla yanan bir saman alevi midir, iktidar karşıtlığıyla sınırlı geçici ve araçsal bir tepki midir, yoksa demokratik bir bilinç sıçraması mıdır, göreceğiz. Bildiğim bir şey varsa zaferler değil yenilgiler öğretici oluyor, çünkü yenilgiler nerede yanlış yaptık sorusuna ebelik ediyor. Kendimizin ya da örgütümüzün, mahallemizin mutlak doğrularından şüphe etmeye, sorgulamaya ve cesaretle hesaplaşmaya girişebilirsek Öteki’ni daha adil yargılayabiliriz, böylece de daha adil ve önyargısız yargılanma imkânına kavuşabiliriz.
Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Utku Çakırözer geçtiğimiz Pazartesi günkü yazısında, “Bir iç hesaplaşmaya ihtiyaç var...... Medya artık vakit geçirmeden kendi özeleştirisini, iç hesaplaşmasını topyekûn yapmak zorunda” diyordu. Çok haklıydı. Bu iç hesaplaşma ve ardından gelecek samimî özeleştiri bütün kesimler için geçerli. Zaman gazetesinin Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde attığı manşetler, manipülatif haberler, Samanyolu TV’nin Kürt düşmanlığı ve nefret söylemi üzerine kurulu dizileri için de; bir zamanki Cumhuriyet’in ‘Genç subaylar tedirgin’ ve benzeri haberleri, yazıları, manşetleri için de; başka yayınlarda, internet sitelerinde halen siyasî hedefler doğrultusunda sürdürülmekte olan nefret söylemi ve kişi yıpratma amaçlı yazılar için de, Kürt sorununun barışçı çözümünü sabote eden, Kürt düşmanlığını körükleyen gazeteler, TV programları, vb., vb, için de... Yani, Çakırözer’in yazdığı gibi, basının “topyekûn” bir ahlak ve vicdan hesaplaşması yapması gerekiyor.
İç hesaplaşma ve özeleştiriye her kesimden fazla ihtiyacı olan AKP basınına gelince; bu asıl onlar için gerekli. Çünkü düşe kalka öğrenmeye başladığımız özgürlükçü, demokrat duruş gelişip kim yazmış, kim söylemiş, arkasında ne var sorularını aşan ama’sız demokratik bilinç yaygınlaştıkça, farklı cephelerde yer alanlar demokrasi paydasında buluştukça, işleri zorlaşacak. Ve yarın öbür gün, onları savunmak da yine bizlere, ama’sız demokratlara düşecek.