28 Aralık 2023

Suçlu ve sorumlular memleket evlatlarını ölüme gönderenlerdir

Ben ve benim gibi "vatan hainleri!" yıllardır yazıp duruyoruz. Meselenin temelinde Türk devletinin genetik kodlarına işlenmiş, millî ideolojinin kırmızı çizgilerini oluşturan bölünme korkusu (Sevr sendromu) var ve bu korku öteden beri bilinçlere Kürt fobisi olarak yansıyor

Her sınır ötesi harekât tezkeresi Meclis'e geldiğinde, her şehit haberi yüreğimizi dağladığında, Cumhurcu zevat vatan, millet, beka nutukları atıp, şehitlik güzellemesi yapıp timsah gözyaşları döktüğünde hep aynı soruyu sordum, onlarca defa aynı yazıyı yazdım: Memleket evlatları Kuzey Irak'ta, Suriye'de, Fırat'ın doğusunda batısında ne uğruna can veriyorlar?

Verecekleri cevabı biliyorum: Beka meselesi, ülkenin milletiyle vatanıyla bölünmez bütünlüğü, terörü ininde yok etmek, sınırlarımızı korumak, vb., vb…

Beka dedikleri: kendi bekaları, ilhakçı, fütuhatçı hırsları, bölge üzerindeki hesapları. Şehitlerin kanından, insanların acılarından nemalananlar baskı ve korku yaratarak, yalanlarla halkı kandırarak evlatlarımızın ölümünü oya tahvil etmeye çalışıyorlar. Mehmetçiği ölmeye ve öldürmeye gönderdikleri bölgedeki düşman ise oralarda kendi varlıklarını, yurtlarını topraklarını savunmaya çalışanlar.

Savaş alanı: -pardon! resmî dilde kibarca harekât/operasyon alanı deniyor- Cumhur İttifakı ortaklarının, "terör örgütü PKK ile savaş" kisvesi altında on yılı aşkın süredir demografik yapısını büyük ölçüde değiştirdikleri, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtleri kovup yerlerine Suriyeli sığınmacıları, Cihatçıları yerleştirmeyi planladıkları, IŞİD türevi yapılara ve de eşkıya çetelerine dönüşmüş ÖSO varî güçlere açtıkları Rojova. Son şehit haberlerinin geldiği bölge ise resmî söyleme göre "terörü ininde yok etmek üzere" 40 kilometre kadar içerlere girdikleri Irak Kürdistanı. O bölgede kurulmuş 50'den fazla üs'te konuşlanmış birlikler var. Bölge havadan sürekli bombalanıyor. Eski MİT müsteşarı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir süre önce "Irak ve Suriye'de altyapıyı felç edecek operasyonlar sürecek" açıklamasını yapmıştı. Bu operasyonlar aylardır sürüyor ve kara harekatıyla takviye ediliyor. Son şehitlerimiz yaşamlarını oralarda yitirdiler.

12 şehit mi gerekiyordu dillerin ufak ufak çözülmesi için?

Ben ve benim gibi "vatan hainleri!" yıllardır yazıp duruyoruz. Meselenin temelinde Türk devletinin genetik kodlarına işlenmiş, millî ideolojinin kırmızı çizgilerini oluşturan bölünme korkusu (Sevr sendromu) var ve bu korku öteden beri bilinçlere Kürt fobisi olarak yansıyor. Erdoğan ve şürekâsında temsilcisini bulan siyasî İslam ideolojisi, fütuhatçı ilhakçı (ve de neoliberal bezirgânlık) zihniyet ile buluşunca, bir de Bahçeli ve benzerlerinin Türkçü şoven, ırkçı faşizan hattıyla birleşince, başlıktaki soru cevabını buluyor.

Herkes, özellikle de iktidardakiler, PKK ile eşitledikleri Kürt sorununun çözümünün Kürt halkının eşit yurttaşlık temelindeki tüm haklarının, bu arada Kürt siyasal hareketinin meşruiyetinin tanınmasından; Kürtlere yönelik ayrımcılığın ve nefret söyleminin sonlandırılmasından geçtiğini biliyorlar. Ancak amaç bu hayatî sorunu çözmek, barışı sağlamak değil Kürt varlığının sadece sınırlarımız içinde değil dışında da ezilmesi olduğundan şiddeti ve savaşı yeğliyorlar.

Son olarak Kuzey Irak'ta şehit olan 12 evladımız ülkeyi sarstı, konuyu yeniden gündeme getirdi. Oysa 2019 Mayısında başlatılan Pençe harekâtlarında (Pençe 1, Pençe 2, Pençe 3, Pençe Kaplan, Pençe Kartal ve Pençe Kilit) yüzden fazla şehit ve kayıplarımız olduğunu biliyoruz. Tek bir can önemlidir ama sayı artınca tabii ki tepki de artıyor.

Şehit haberleri ve birliklerin konuşlandığı, savaştığı bölgenin görüntüleri kamuya yansıdığından bu yana bugüne kadar susmuş olan bazı kişiler konuşmaya, anlatmaya, soru sormaya başladılar. Benim dikkatimi çeken, bir dönem bölgede görev yapmış, en rütbelisi tuğgeneral olan, albaylıktan ve yarbaylıktan emekli görece genç subayların birbirini izleyen açıklamaları, soruları ve bugüne kadar duymadığımız eleştirileri oldu. Tedbirli, otosansürlü konuşuyorlar ama konuşuyorlar.

İlk olarak bir televizyon kanalında Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk'ü dinlerken hayrete kapıldım. Son zamanlarda yandaş veya muhalif kanalların müdavimi olan, harita başında ellerindeki sopayla şehvetle savaş anlatan paşa eskilerinden gına getirmiştim. Tam kanal değiştirecekken Solmaztürk'ün şu sözleriyle ekrana mıhlandım: "Askerlerimiz oralarda ne uğruna ölüyorlar, öldürüyorlar? Şehitler hangi nedenle, hangi sonuçlar için veriliyor?" Arkasından soruyor: "Siyasî amaçlı bir operasyon 1 yıl 8 ay sürmez. Operasyon sınırlı hedefle, sınırlı amaçla yapılır. Bu başka bir şey… Bu arazî işgalidir. Ne kadar devam edecek? Yabancı topraklara girdiniz, hududunuzu geriye ittiniz… Askeri sınır ötesine gönderenler cevabını vermelidir."

Emekli Albay Orkun Özeller, dikkatli konuşmaya çalıştığını da belirterek, "Hududu korumak kolay, bunlara gerek yok," dedikten sonra "Konuya ilişkin dilimi tutuyorum, silahlı kuvvetleri yıpratır, terör örgütüne yarar derler diye… Bunu bir yıldır söylemediğim için kendimi suçluyorum" diye ekliyor. Ve Emekli Yarbay Hakan Şahin tedbirli bir üslupla, konuya büyük hâkimiyetle benzer şeyler dile getiriyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel

Özgür Özel'in ezber bozan duruşu

12 şehit olayının ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, bugüne kadar olduğu gibi iktidarın arkasında hizalanmak yerine hesap soran, açıklama bekleyen duruşunun CHP'nin yakın tarihinde çok önemli bir dönemeç olduğunu düşünüyorum. Özel, kendisine yönelecek "terörün iş birlikçisi", "terör örgütünün yandaşı" vb. gibi zırvaları (ki devletli zat ve hempaları hiç gecikmediler), saldırıları (ki provokatif saldırılar hemen başladı), hatta kendi partisi içinden gelecek tepkileri cesaretle göze alarak iktidarın dümen suyundaki tatlısu muhalefetinin bugüne kadar yapamadığını gerçekleştirdi. Bu duruşun, milliyetçilik kisvesi altında ırkçı faşizme göz kırpanların, devletin derinliklerindeki odakların güdümünde siyaset yapanların saldırılarıyla karşılaşacağını tabii ki biliyordu. CHP içindeki ulusalcı kesimlerin memnuniyetsizliğini, bu tavrın seçimlerde partiye oy kaybettireceği eleştirilerini (ki bu da iktidarın dayattığı bir ezberdir) hesaba katmamış olması da mümkün değil.

Türkiye'nin demokrasi ve barış güçlerinin, gerçek yurtseverlerin Özel'in arkasında durmaları, geri adım atmaya zorlanmaması için desteklemeleri gerekiyor ki, sorma-sorgulama askerî bir başarısızlık, taktik bir hata sınırında kalmayıp "Askerlerimizin oralarda ne işi var, ne uğruna ölüyor, öldürüyorlar?" sorusuna yönelebilsin. Canlarımızın hesabı asıl sorumlulardan, yani iktidardan sorulabilsin.

Zurnanın değil zırvanın zırt dediği nokta

Bu gelişmeler olurken Bahçeli'nin susması beklenemezdi. Yine gözünü yumup kulaklarını kapayıp bayramlık ağzını açtı ve bu defa kendini aştı. DEM partili milletvekillerinin maaşlarının kesilmesini, şehit ailelerine verilmesini, tümünün Meclis'ten atılmasını önerdi. Bu acılı günlerde psikiatrik vakalarla uğraşacak halimiz yok. Ama şehitlerimize şehitler katacak, güçlüklerimizi, sorunlarımızı perçinleyecek bir ruh hali 85 milyonun kaderinde söz sahibiyse, sinirleri yatıştırıcı tedavi önermekten ve acil şifa dilemekten de kendimi alıkoyamıyorum.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum