Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyeyim: Ben iflah olmaz bir kediciyim. Bırakın işkenceyi; bir canlıya, hele de kediye kötü davranmak bana göre suçtur ve ceza görmelidir. Ceza ile de yetinilmemeli, işkenceci kişi psikolojik tedaviye gönderilmelidir. Bu yüzden orduevinde görevli bir erin kediyi işkenceyle öldürmesi üzerine gösterilen kurumsal ve toplumsal hassasiyeti ve tepkiyi sonuna kadar doğru buluyorum, destekliyorum.
Yine baştan söyleyeyim: Ne siyasî ne ideolojik, sadece ve sadece insanî ve vicdanî olan bu yazıyı yazarken korkuyorum. Görülen, yaşanan, tanık olunan gerçekleri dile getirmek bu ülkede suç sayılıyor. Suçlular değil suçu faş edenler kovuşturuluyor, hapishanelere atılıyor. Bir bu yüzden korkuyorum, bir de bir kısım insanları işkencecilere, katillere, psikopatlara dönüştürmüş bir cinnet/ dehşet ortamında yaşamaktan korkuyorum.
Ama şunu biliyorum; korku vicdanı karartır, insanı ahlâkından eder. Vicdanımı, insanlığımı, kendime saygımı yitirmek istemiyorum.
İnanmayacaksınız, ben de inanmıyordum
Kedinin işkenceyle öldürülmesini duydunuz, gördünüz. Medyaya, sosyal medyaya yansıdı. Kahroldunuz, tepki verdiniz. Peki ya göremedikleriniz? Yansıtılmayan, karartılan, sansüre/otosansüre uğratılan, konuşulmayan, yokmuş gibi davranılan, tanıklıktan korkulan olaylar?
Güneydoğu’da, özellikle Hakkari bölgesinde PKK’ye karşı savaş sürüyor. TSK kaynaklı resmî açıklamalardan “etkisiz hale getirilen, ölü ele geçirilen terör örgütü mensupları”nın sayılarını öğreniyoruz: binlerce… Bizler için, televizyonların altyazılarındaki birer rakkam, birer istatistik veri ama hepsi ölmeden önce bir can, öldükten sonra birer cansız beden.
O cansız bedenlere ne oluyor, nerede nasıl gömülüyorlar hiç düşündük mü? Bizler Sarraf’la, Man Adası’yla, doların yükselişiyle, siyasetçilerin en yüksek perdede en aşağı düzeyden bağırışmalarıyla ilgilenirken, neden böyle şeyler düşünelim ki!
Geçen hafta Tahir Elçi’nin katlinin ikinci yıl anması için Diyarbakır’a gittiğimizde, şuradan buradan duyup da inanmadığım, bu kadar olmaz, abartılıyor dediğim bir şeyin….. Bir neyin? Söylemeye dilim, yazmaya klavyem el vermiyor: Cansız bedenlere, ölülere yapılan işkencelerin gerçek olduğuna tanıklıklarla, bizzat işkenceci timlerin kendi sitelerine övünerek, iftiharla koydukları görüntülerle inandım. Bilmez olsaydım, inanmaz olsaydım keşke…
Hangi din, hangi ahlâk, hangi yasa?
Ölüye işkence, ölünün gözünü oyma, başını kesme, gömülmeyi engelleme, cansız bedenleri açıkta bırakıp köpeklere parçalatma hangi dinde, hangi ahlakta, hangi yasada var, biri bana söylesin. Ölümden öte köy yoktur. Ölüm en büyük suçu da ortadan kaldırır. İdam edilenin bile cansız bedenine işkence edilmez. Ve her ölünün gömülme hakkı, bir karış toprak, bir mezar hakkı vardır. “Terörist”, anası babası için evlattır; inancına, töresine göre gömmek ister ölüsünü. Hangi suçu işlemiş olursa olsun, insanların ölüleri, cenazelerini talep eden ailelere zorla söyletildiği gibi “leş” değildir.
Özellikle Çukurca bölgesinde, insanı insan olduğundan utandıran bu iğrenç uygulamalar münferit olay mı, onlarca mı, yüzlerce mi, bilmiyorum. Yüzlerce olduğu söyleniyor. Tanıklıklara, servis edilen fotoğraflara bakılırsa birkaç hasta özel harekâtçı psikopatın bireysel suçlarını aşıyor. Örneğin; yerel din adamlarının aktardıkları, cenazelerin camiden kalkmasına, dinî vecibelerin yerine getirilmesine, usulünce gömülmesine izin verilmemesi, bölgedekilere gözdağı amaçlı yaygın uygulamalar olarak görülüyor. Bu noktada artık ölünün kendisi bile değil ailesi cezalandırılıyor, aile de işkence görmüş oluyor. Çocuğunun, “leş” denilen örselenmiş, işkence görmüş ölü bedenini gömememek kadar büyük işkence olur mu, hele de ölüm kültürünün ve dinî inançların derin olduğu o bölgelerde!
Bir kedi kadar yeri olsun vicdanımızda
Duyurmak istemiyorlar, duymak istemiyoruz. Medya duyurmak, yansıtmak istemiyor, korkuyor. Bizler: Batı yakasının kediye yapılan işkenceye bunca duyarlı olan insanları, duymaktan, bilmekten korkuyoruz. Bir rastlantıyla duyarsak, “Yok artık, Kürtlerin yalanları bunlar” diyerek yüreğimizi rahatlatıyoruz. Çünkü insan olarak, insan kalarak bu yükü suskunlukla taşımak zor.
Batı’nın, bölünme korkusuyla vicdanları körleştirilmek istenen insanları! İktidarlarını bölünme fobisini yaygınlaştırarak sürdürmeye çalışanlar! Türk milliyetçiliğinin kadim Kürt düşmanlığı üzerinden siyaset yapanlar! Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin: “Ortak vatanda ortak yaşam istiyoruz” diye feryad eden insanlar ölülerini bile usulünce gömemiyorlarsa bu topraklarda, ölü bedenlerden intikam alınıyorsa, gerçek ayrılıkçılar, bölücüler kimler?