Türkiye siyasî çatışmaların, sert cepheleşmenin, eski ortaklar arasında vahşi iktidar kavgalarının, hukuk ve adalet kavramlarını sıfırlayan yargı operasyonlarının havayı da yürekleri de ağırlaştırdığı güç günlerden geçiyor. Yolsuzluk, doğa ve emek talanı, kişi kültü ve keyfilik ayakları üzerinde yükseltilmeye çalışılan “yeni” rejim, ülkenin bir yarısının alkışları, öteki yarısının yuhaları arasında, kıra döke yol alıyor.
Yaşadığımız çalkantılar, tartışmalar, hasımlaşmalar, kopmalar, kamp değiştirmeler böylesine sert siyasal-ideolojik alt üstlük dönemlerinde olağandır. Olağan olmayan; ahlakî, vicdanî, insanî ve de hukukî sınırların böylesine aşılması, etik değerlerin böylesine pervasızca yok olması, insanın bu kadar kötüleşmesidir.
Gözlerimizin önünde utanmazca karartılan, yargıdan binbir ayak oyunuyla kaçırılan, suçlunun değil suçu ortaya çıkartanların cezalandırıldığı, kral çıplak diyenlerin doğrudan-dolaylı her türlü baskıyla susturulduğu 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının başladığı günlerde, T24’te şöyle yazmıştım:
“........Beni umutsuzluğa sevk eden, şu anda Hükümet’le Cemaat arasındaymış gibi görünen savaşta iki taraftan da fışkıran sorumsuzluk, ilkellik, pislik, komploculuk değildi sadece; bu ülkede yaşayanların tümünün, hepimizin bilmeden, istemeden de olsa kirlenmekte olduğumuzu görmekti.........Her şeyin sallandığı, yıkıldığı, kirlendiği böyle bir ortamda insanların akıl sağlığının, aklıseliminin, temizliğinin korunması olanaksız. Böyle dönemlerde kitleler ya boşluğa düşüp nihilizme kapılır, ya da gözü bağlı yandaşlığa sığınır, yönetenlerin pisliklerine bulaşır.”
Aradan geçen altı ayda yaşadıklarımız, yukardaki satırların hiç de yanlış ve haksız olmadığını gösterdi. Nerede, hangi cephede, hangi siyasette, hangi düşüncede yer alırsak alalım toplumcak kötüleştik, hoyratlaştık. Eskiye göre daha tahammülsüz, kavgacı, saygısız, öfkeli, hırçın ve kindarız. Bu kadar da değil; etik değerlerimizi, ahlakî miheng noktalarını hızla yitiriyoruz. Karakter zaafı, kişilik bozukluğu, vicdansızlık, ayıp, yakışıksız sayılan davranışlar, yalan, dolan, muktedirlere yaltaklanma, kaypaklık, muhbirlik hızla yayılıyor ve özellikle düzenin yeni efendilerinin nezdinde kabul görüyor, yükselme nedeni oluyor.
Pisliğe basanın paçası kirlenir
İnsanlık halidir; dün de vardı bugün de var bu zaaflar ama hiçbir zaman bu boyutlarda olmamıştı, geniş toplumsal kabul görmemiş, suskun kitlelerce hoşgörülmemişti. Bir lağımın içinde debeleniyorsanız, giderek pis kokulara alışırsınız, boğulmamak için çırpındıkça pisliğe bulaşırsınız. Zehirli hava sadece zehri saçanların yakınında olanları değil bütün çevreyi zehirler.
Daha önceki bir yazıda “liderler vicdansızlaştıkça, ilkelleştikçe kitleler vahşileşir, lumpenleşir” demiştim. Yukardan, liderlik konumundan gelen tarz ve üslup kitleleri o tarz ve üsluba yönlendirir. Sadece yandaş olan değil tepki veren muhalif de aynı çatışmacı, saldırgan, lumpen tarza istemeden bilmeden kapılır. Bunun örneklerini her gün görüyoruz. Mesele sadece tarz ve üslup olsaydı, “bu da geçer” diyerek fazla üstünde durmak gerekmezdi. Ama çok daha derin bir ahlaki aşınmayla, etik değer kaybıyla karşı karşıyayız. Dostluk, dayanışma, dava arkadaşını satmama, ilkelere sadakat; iktidara yaltaklanmak uğruna muhbirliğe, yıkıcılığa soyunmama, siyasî yandaşlık uğruna farklı düşüneni karalamama, ayağını kaydırmama kimsenin hayır diyemeyeceği ahlakî-etik değerler değil midir? Öyledir de Voltaire’e atfedilen “Düşüncelerinizden nefret ediyorum (kaynaktaki sözcük Fransızca ‘détester’) ama onları savunabilmeniz için hayatımı vermeye hazırım” sözündeki siyasî-demokratik etik anlayışını hangimiz içimize tam sindirmişizdir?
Kötücülleşmemize, hoyratlaşmamıza, en temel değerleri yitirmemize birkaç örnek: Önceki gün, AKP’ye değil Erdoğan’a bağlı sıkı yandaş bir gazetedeki bir köşe yazısında, Erdoğan çizgisine tam biat etmemiş Ciner yayın grubundan başlayıp Ahmet Hakan’a, Cüneyt Özdemir’e, Enver Aysever’e, tabii ki onların çalıştığı Doğan grubuna, hatta Kanal 7’ye yönelik öylesine bir muhbirlik, sopa ve hedef gösterme vardı ki anlatmak istediğimin açık kanıtı gibiydi. Abdullah Gül cumhurbaşkanıyken önünde el pençe duranların, Hayrünnisa Gül’ü hanımefendi diye yere göre koymayanların, yükselen değer Tayyip Erdoğan’a yandaşlık uğruna Gülleri yıpratma yarışına girdiklerini de ibretle, onlar adına utanarak izliyoruz.
Bu kadar hoyrat, kötücül, etik yoksunu değildik biz
Çürüme tepeden başlayarak yayıldıkça, “ne pahasına olursa olsun iktidar” anlayışı hakim oldukça, değer ve ahlak aşınması bütün topluma bulaşıyor. Sahtekârlığa, hukuksuzluğa, yolsuzluğa, talana yalana alıştırılan kitleler bunları kanıksıyor. Önemli din hocaları rüşvetin bazı durumlarda günah sayılmayacağı, dinen mubah olduğu yolunda fetvalar verebiliyor. Tayyip Erdoğan ve çevresine uzanan delilli kanıtlı 25 Aralık yolsuzluk soruşturması dün takipsizlikle sonuçlandırılırken toplum bunu hazmebiliyor. Siyasal İslâmla (altını çiziyorum: İslâmla, Müslümanlıkla değil Türkiye usulü siyasal İslâmla) kucaklaşan neoliberal ahlaksızlık dalga dalga toplumu istila ediyor.
Bugün, bu dalgaların etkisine en fazla kapılmış görünen, iktidarı ama asıl Tayyip Erdoğan’ın şahsını ve çizgisini bağnazlıkla savunan bir kesim var. İsteyen istediği kişiyi, fikri savunur, bu düşünce ve ifade özgürlüğü alanına girer. Ne var ki, kendi taraflarının karşısındaki herkesi, her kesimi (hatta aynı hareketten ve kökten gelen ama gelinen noktaya itirazları olan dava arkadaşlarını bile) hunharca çiğneyerek, harcayarak, hakaret ederek, aşağılayarak ve jurnalleyerek yapanların önemli bölümü dün etik değerlere bağlıydılar, temizdiler, demokrattılar, barışçı ve özgürlükçüydüler. Bugün yazdıkları söyledikleri geçmişte onlara gösterilse, bu ne biçim ilkesizlik, ahlaksızlık, vicdansızlık diye itiraz ederlerdi. Hatta Sayın Cumhurbaşkanı, onun en fazla güvenine mazhar yakın mesai arkadaşları, sahibinin sesinin bile ötesinde ses çıkaran yandaşları da bugün yaşadıklarımız o günlerde kendilerine aktarılsaydı aynı ahlakî, vicdanî, siyasî tepkileri verirlerdi.
Peki ne oldu? Dramatik şekilde soralım: Ne oldu bize?
Çatışmacı, cepheleştirici siyaset ortamında, hazırlıklı olmadığımız sert bir değişim sürecine girerken, iktidardan başlayıp muhalefete yayılan hoyrat dil, hepimizi, herkesi, özellikle de şu sıralarda hastalıklı bir psikolojik havaya girmiş kesimleri etkiledi. İktidar /saltanat savaşında etik unutuldu. Böyledir; kendimin ve çevremin deneyimlerinden de biliyorum, gözükapalı siyasal-ideolojik yandaşlık insanın ahlâkını, ilkelerini, vicdanını bir üst otoriteye ipotek etmesine vardırır. Hele de itaat-biat kütüründen gelenlerde bu eğilim daha derindir. Yandaş olunan özne etik değerlere ne kadar uzaksa, siz de o kadar uzaklaşırsınız.
İktidarlar, makamlar, partiler, bugünler geçer ama toplumsal etik aşınması, ahlâki değerlerin unutulması, kötücülleşme, insanı yitirme kolay kolay geçmez, telafi edilemez. Yarın dönüp de arkamıza baktığımızda, eğer mayamız iyiyse, değerlerimizi yitirdiğimizi, kendimize bile saygısızlık ettiğimizi, yanlış yaptığımızı, masumiyetimizi kaybettiğimizi görürüz ve hayıflanırız. İyisi mi bugünden kendimizle hesaplaşalım, önce kendimizden başlayarak hoyratlaşmaya, kirlenmeye, çirkinleşmeye karşı duralım.