İdam, şiddet tekeline sahip devletin/iktidarın taammüden (önceden tasarlanarak) işlediği cinayettir. İnsanın en ilkel, en vahşi yanının, başa çıkamadığını yok etme güdüsünün, hemcinsinin varlığına kasteden intikamcılığın dışavurumudur.
Meydanlarda idam diye haykıran kitleler, bilinç altında kendilerinin de idamlık suç işleyebileceklerini sezen, vicdanî-ahlakî olgunluğa erişmemiş, kendi tatminsizliklerini, yetersizliklerini, hınçlarını başkalarının ölümüyle giderebileceklerini sanan çaresiz kalabalıklardır.
Çağdaş dünyada idam cezası; insanî değerler skalası, toplumsal-kültürel gelişme, insan hakları ve siyasal rejim açılarından bir ülkenin gelişmişlik düzeyini belirlemekte önemli bir ölçüttür. Faşist yönetimler, askerî diktatörlükler, sivil diktatörler, iktidarlarını korku ve zulüm üzerine kuran otokratik-teokratik rejimler darağaçları üzerinde yükselir. İdam cezasının kalkmış olduğu ülkelerde (Brezilya, Arjantin, Gambiya, vb.) idamın yeniden yasalaşması askerî darbelerden sonra, diktatörlük dönemlerinde gerçekleştirilmiş, darbeciler alaşağı edilip diktatörlük yıkıldığında idam yeniden kaldırılmıştır.
Özetle idam cezası ve idam istemi, toplumların ve kişilerin insanî, vicdanî, siyasî düzeylerini yansıttığı gibi, siyasal, toplumsal ve bireysel komplekslerin/zaafların da işaretidir.
Tartışılması bile utanç verici
Türkiye ceza yasasından idamı AB’ye uyum yasaları çerçevesinde 2002’de barış zamanında, 2004’te de tümden kaldırdı. İdam cezasının kaldırılmış ve bu konunun uluslararası sözleşmelerle sağlama bağlanmış olması Türkiye adına övünülecek bir adımdı, uygar dünyaya doğru bir eşik atlamaydı. Ne var ki bir süredir her konuda olduğu gibi idam cezası konusunda da tökezliyor, geriliyor, dibe yuvarlanıyoruz. Toplumun yaşamakta olduğu değer yitimi, vicdan erozyonu, acıma duygusunun dumura uğraması, psikolojik çöküntü, çaresizlik duygusu infial yaratan olaylar karşısında kitleleri idam istemine, yöneticileri de idam ipine sarılmaya yöneltiyor. İdam tartışmalarının toplumdaki değer erozyonunu derinleştirdiğini, insanları daha da acımasız kıldığını, kötücülleştirdiğini fark etmiyoruz bile.
İdam cezasını tartışmak devletin öldürme hakkını, cinayetin meşruiyetini tartışmaktır aslında. Bu tartışma boyunca ölmek ve öldürmek sıradanlaşır, ölüm fikri kanıksanır, gündelikleşir. Cana kıymak korkunç bir olay olmaktan çıkar, gerçeklikten kopar ve kitlelerin bilincinde klişe bir söze dönüşür. Ve tartışma sürerken bir çocuk daha öldürülür, bir kadın daha vurulur, bir can daha alınır. Unutmayalım; galeyana gelip idam diye bağıranlar arasında idamlık suçları işleyecek potansiyel katiller eksik değildir.
İdam çare olsaydı…
İdam cezası çare olsaydı, idam uygulanan ülkelerdeki ağır suç oranları böylesine yüksek olmazdı. Konuya ilişkin bütün araştırmalar, tarih boyunca yaşanan deneyimler idamın suçu engellemediğini açıkça gösteriyor. “Sallandıracaksın birkaçını, bak bir daha yaparlar mı” mantığının hükmü olmadığı ispatlanmış bir gerçek. Hepimizi dehşet içinde bırakan, kanımızı donduran kadın ve çocuk cinayetlerinin önüne idam cezasıyla geçilebileceği meselenin özüne inemeyen, derinlerdeki toplumsal yarayı görmeyen bir kandırmacadan ibaret.
Muktedirlerin gazına gelip sokaklarda meydanlarda “idam” diye bağıran kitleler bunları bilmezler, düşünmezler. İntikam peşinde, ölümü zulümü kanıksamış, kendi güvenlik ve kurtuluşlarını “öteki”nin yok edilmesinde gören, cellatlığa hevesli kurbanlardır onlar. Oysa devlet intikam peşinde koşmaz, koşmamalıdır. Ceza suçluyu yok etmek için değil ıslah etmek, iyileştirmek, topluma kazandırmak içindir. Ölüler ıslah edilemez, topluma kazandırılamaz.
Kitleleri sakinleştirecek, bilinçlendirecek, insanî-vicdanî değerleri hatırlatacak, manevî gelişmelerini sağlayacak olanlar liderlerdir, yöneticilerdir, halk önderleri, siyasetçilerdir. Onlar, idam çığlıkları karşısında “Yaşam hakkı dokunulmazdır, uygar bir toplumda idam ceza değil, devlet eliyle işlenmiş cinayettir, üstelik geri dönüşü yoktur. Suçluluğu, etkili bir hukuk sistemi ve güvenilir yargı erkiyle yeneceğiz” diyebilseler, idam cezasının kaldırılmasının ülkemizin onuru olduğunu, geri getirilmesinin ise ayıbımız olacağını anlatsalar üzerimize çökmüş kötülük bulutları bir kenarından aralanır, karanlık azalır.
Savaş, kan, ölüm kültürünün sarmalındayız
Ama yapamazlar; çünkü kendileri de ölümü yücelten kan, savaş, şiddet kültürünün, ilkel dişe diş, kana kan hukukunun, iktidarı otokratlıkta, diktatörlükte arayan ideolojilerin ürünleridir. Kitleleri insanî değerlere yükseltmek, barışa, dayanışmaya, anlayışa yöneltmek yerine insanın zaaflarını, ilkel dürtülerini okşamayı yeğler, iktidarlarını halk dalkavukluğuyla güvenceye alırlar.
Bugün idam cezasını ısıtıp ısıtıp toplumun önüne koyanların unuttukları, ya da aldırmadıkları bir şey daha var. Bırakalım geçmişi, son yüz yılın idamlarında ipe çekilenlerin çoğunluğu bugünkü iktidar ortaklarının sözde sahip çıktığı Müslüman muhafazakâr kesimden insanlar, sağ liberal kanattan siyasetçilerdir. Menderes’lerin utanç verici idamlarına ağlayanların ve darbecileri haklı olarak kınayanların bugün ağızları köpürerek idam istemeleri acı bir tarihsel ironi değilse tam bir ikiyüzlülük ve riyakârlık örneğidir.
Ortasından bölünmüş, halkın bir yarısı diğerine yabancılaşmış hatta düşman edilmiş, psikolojik dengesi sarsılmış, sorunları savaş ve kavgayla çözmeye yöneltilmiş Türkiye toplumunda idam tartışması daha fazla kin ve kandan başka anlam taşımaz, taraftarlarına da hayır getirmez. Üstelik nereye kadar uzanacağı, kimin ipini kimin çekeceği de belli olmaz.