Bir volkan patladı, dünya sarsıldı. Patlama İzlanda’da olduğundan Batı dünyası daha fazla etkilendi; hayat olmasa bile, hava ulaşımı neredeyse durdu. Hava ulaşımının durmasının ve volkanın patlamasının etkileri dalga dalga bütün dünyaya yayıldı, önümüzdeki günlerde daha da yayılacak. Dünya’nın çağımızdaki küreselliğinin, yani her köşesinin birbirine bağımlılığının küçük çaplı bir kanıtlamasını izledik. Yerkürenin ortasının ateşle dolu olduğunu, her an patlayabileceğini, milyonlarca milyarlarca yıl boyunca kimbilir kaç yüz, kaç bin kere patladığını; hayatın ve insan yaşamının sonsuz zaman içindeki yerinin ne kadar küçük, ne kadar anlık olduğunu bir kez daha hatırladık.
Gençliğimizde diyalektik maddeciliği eksik ve mekanik, yani yanlış - yunluş öğrenirken ve Politzer okumalarımızdan öğrendiklerimizle allame kesilip dünyaya nizamat vermeye çalışırken, sık tekrarladığımız örnekler vardı: Afrika’da bir aslan hapşırsa New York’ta bir gökdelen yıkılır; ya da Brezilya’da bir kelebek kanat çırpınca Avusturalya’da bir yanardağ patlar, gibi... Sözcükleri bir yana bırakıp öze bakarsak, öğrendiklerimiz arasında en doğru ve Marksizmin özüne en uygun olan metaforun bunlar olduğunu söyleyebilirim: İnsan aklını ve gücünü aşan bu müthiş karşılıklı bağımlılık ve diyalektik etkileşim; neredeyse mistisizi ve son zamanlarda moda olan sufîliği çağrıştıran bir’lik, bütünsellik...
Teknolojinin ve bilimin bugün eriştiği düzeyde evrene ve doğaya hükmettiğini sanan İnsan’ın bir volkan patlaması karşısında bile içine düştüğü çaresizliği anımsatmak için yazdım bütün bunları. Tekniğin, bilimin, aklın baş döndürücü ilerlemesi, gün geliyor, kendi halinde küçük bir yanardağın lav püskürtmesi karşısında çaresiz kalıyor; patlayan yanardağ, bize sanki gücümüzün sınırlarını hatırlatıyor.
Yanlış anlamayın; insanın gücünün sınırları derken, bugünkü bilgi-bilim düzeyini kastediyorum.
Bu sınırların aşılacağına, bilimin - bilginin doğa üzerinde daha büyük egemenlik ve denetim gücüne doğru evrileceğine inananlardanım. Bunun iyi olup olmadığı tabii ayrı bir tartışma konusu. Daha bir kaç bin yıl öncesine kadar Tanrı sanılan, Tanrısal güç atfedilen doğa varlıkları ve doğa olayları bugün artık insanın açıklayabildiği, açıklamakla kalmayıp bir bölümünü denetim altına aldığı fenomenler değil mi? Evrenin oluşum anının, büyük patlamanın koşullarını laboratuvarda yaratıp milyarlarca yıl önce neler olduğunu araştırmaya cesaret eden, bilinmezliğe kafa tutan insan aklı nereye kadar gidebilecek, sınırları nedir?
Tanrı bilinmeyenin adıdır. Güneşe, aya, ateşe tapınmaktan totemlere, firavunlara, kutsal hayvanlara, kişilere tapınmaya doğru evrilen yolda bilinmeyene korku eşlik etmiştir. İnsan; açıklayamadığından, bilmediğinden korkar, çünkü bilinmez önünde çaresizdir. Geçmişte, o bilmediği, açıklayamadığı gücü, nesneyi, olayı Tanrı ilan ederken, bilimiyle açıklayıp teknolojisiyle denetimi altına almaya çalıştığı maddi dünyayı sömürmekten de geri durmamıştır. Yine de, hâlâ ve her zaman bir bilinmeyen vardır ki, o bilinmezlik bütün tektanrılı semavi dinlerin temelindeki “yaratan” ve “yaratılış”tır. Yaratılışın ve yaratanın sırları bir gün çözüldüğünde insan artık bugün bildiğimiz insan olmaktan çıkıp yaratan ve yaratılışla bir olacaktır büyük olasılıkla. Ama şimdilik, bunca bilimsel-teknolojik ilerlemeye rağmen mütevazi bir volkanın patlaması karşısında bile çaresiz kalınabilen bir çağdayız.
............
Durup dururken bütün bunlar nereden geldi aklıma, diye soracak olursanız; Türkiye kazan gibi kaynarken böyle felsefeye dalmak kaçmaktır, diyecek olursanız, “haklısınız” derim olsa olsa. Sonra da sizlere sormaya çalışırım: Sonsuzluktan gelip sonsuzluğa yönelen oluş ve evrimin bir anında ortaya çıkmış, evrile evrile bilinç kazanmış, insana dönüşmüş varlığın 2010 Türkiye’sinde geldiği nokta konusunda ne düşünüyorsunuz, diye.
Kuzey’de, İzlanda’da bir yanardağ lav püskürtürken ve insanlar havaalanlarında çaresiz bekleşirken düşündüm bütün bunları. Birden siyasal çatışmalarımız, kamplaşmalarımız, kavgalarımız, acılarımız, öfkelerimiz, kin ve nefretlerimiz öylesine anlamsız, milyarlarca yılın okyanuslarında öylesine küçük bir damla gibi göründü ki gözüme, aklıma, yüreğime.
Burun kırmanın moda olduğu şu günlerde, zavallıcık doldurulmuş piyonların; nefreti, düşmanlığı ateşleyip ülkede yangılar çıkartmak için düşman bellediklerinin burnunu kırmayı ideolojik- örgütsel görev edinmiş çeteci yavrularının yumrukları ülkemizin, halklarımızın huzuruna inerken, o yanardağ patlamasını sürdürüyor. Meclis’te bir takım insanlar, bu ülkeyi daha özgür, daha huzurlu, daha barışçı hale nasıl getirebiliriz, halkın aşına işine nasıl katkı yapabiliriz diye düşünmek yerine iki paralık hırsları, alıştıkları kokuşmuş iktidarları, budala ezberleri için türlü çeşitli alicengiz oyunlarına dalmışlarken o yanardağ hâlâ lav püskürtüyor. Biz hergün yeni incir çekirdekleri doldurmaya uğraşırken, yerkürenin ortasındaki cehennem ateşi fışkırabileceği yeni dirençsiz noktalar arıyor.
İzlanda’daki volkan, bir adım daha attıracak insanın doğaya egemen olma savaşına. Çaresizlik çareyi doğuracak, bilinmeyeni bilmeye doğru bir adım daha atılacak, korkular -ki Tanrının bir başka adıdır- biraz daha yenilecek. Bizim şu gündelik didişmelerimiz, değişime direnişimiz, ya da değişim beceriksizliğimiz büsbütün acınası ve anlamsız görünecek.
Her yazıya bir sonuç lazımsa eğer, diyeceğim şu ki: çevremizde olup bitenlere, hele de şu son dönemlerin siyasal -toplumsal kargaşasına milyar yılların penceresinden, patlayan volkandan yükselen küllerin dünyayı altüst etmesinin yaratacağı sonuçlardan, İnsan’ın, insanlığın kendisine doğaya hakim olabildiği kadar bile hakim olamamasının yarattığı çelişkilerden bakabilirsek; belki daha hoşgörülü, ötekine karşı daha anlayışlı, daha sevecen ve bağışlayıcı olabiliriz. Tanrısal yaratılıştan insanın Tanrısallaşmasına doğru giden milyarlarca yıllık çizgi ya da döngüyü düşünebilirsek, belki günübirlik kısır kavgalarımızın anlamızlığının bilincine varıp daha dingin kişiler ve daha barışçı bir toplum olabiliriz.
Volkanları durdurmanın çaresi henüz bulunmadı, ama insanları ve toplumları özgür kılmanın, daha iyi bir ülke inşa etmenin çaresi var. İş ki kafalarımızı, yüreklerimizi, vicdanlarımızı özgürleştirelim ve güçlendirelim. İş ki, buna cesaret edebilelim.