Bizler, demokrasi sınıfının kalın kafalı, haylaz öğrencileriydik. Bu ders müfredata girdi gireli, demokrasi dersine kafamız pek ermedi. Ne kadar çalışıp çabalasak, sular seller gibi ezberlemeye ne kadar gayret etsek, hatta dersimizi öğrendiğimizi sanıp yaldızlı pekiyi alacağımıza inansak da, okumayı yeni söken çocuk misali, heceleme aşamasında takılıp kaldık.
Yine de kendimize çok haksızlık etmeyelim; bütün kabahat biz öğrencilerde değildi. Okul; kalabalık sınıflı, yetersiz donanımlı, yaramazlık yapana ya da soru sorana sopa gösterilen, göstermekle yetinmeyip kötek de atılan fakir devlet okuluydu. Hocalar ise Allahlıktı; demokrasi dersini Askerlik kitabından, yurttaşlık bilgisini Mussolini’nin yazılarından, tarihi Nutuk’tan okuturlardı. “Başka türlü bir demokrasi dersi mümkün” demeye cüret eden fırlama bir öğrenci çıktı mı, disiplin kurulu kararıyla atılırdı okuldan.
Başöğretmen göz açtırmazdı; diğer dersler biraz daha gevşek geçse de, demokrasi dersi müdürün ve müdür yardımcılarının sıkı gözetimi, denetimi altındaydı. Bazı aykırı öğretmenler müfredatın biraz dışına çıkmayı, gerçek demokrasiyi öğretmeyi denediklerinde işten atılırlardı, Bu yüzden bu konuyu bir türlü yeterince öğrenemedik, çağdaş demokratik toplumlar düzeyinde belleyemedik. Çok partili düzen, seçimle iktidara gelmek gibi, ezberlediğimiz birkaç konu başlığı sadece giriş derslerinden ibaretti.
Böyle idare edip dururken, dünya değişiyordu; başka okullarda başka öğrenciler giriş derslerini çoktan bitirmiş başka bahislere geçmişlerdi. Bizim devlet okulu da eski müfredatla, seksen-yüz yıl öncesinde kalmış yaşlı hocalarla, hele de farelerin kemirdiği sararmış kitaplarla idare edemez olmuştu. Üstelik o da ne! Kimi uyanık öğrenciler, bu dersin böyle verilemeyeceğinin, hocaların yetersizliklerinin ve kendi geriliklerinin farkına varmaya başlamışlardı. Farkına vardılar varmasına ama öğrenciler de hocalar kadar eksikliydi. Kimileri konuyu başka kitaplardan gizli gizli okuduğunu, internete falan girip öğrendiğini iddia etse de; sorulduğunda ezberlediği yeni cümleleri sular seller gibi okuyup daha cahil kalmış olanları şaşırtsa da, kimse kendi anlattıklarını bile tam anlayamıyordu. Okulda bir kargaşa, bir kaos başladı ki sorma gitsin...
...
Demokrasi dersinin özünü ve eklerini, yardımcı kitaplardaki konuları, yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. Evet; sınıfta kala kala kafası karışmış, ezbere alıştırılmış, ezber dışına çıktıkça kafasına balyoz yediği için biraz güç öğrenen, epeyce de yaşlanmış öğrencileriz. Ama hayat zorladı, öğrenmeye başladık.
Neler mi öğrendik şu son zamanlarda? Demokratik rejimlerde, seçilmiş hükümetleri darbeyle devirmenin suç olduğunu öğrenmeye başladık. Çok yakın zamanlara kadar çoğumuz bunun ordunun ve devlete egemen olanların meşru hakkı, hatta koruma kollama ödevi olduğunu sanıyorduk. Şimdi demokrasi sınıfının en tembel öğrencileri bile, “Devletin ve rejimin bekası söz konusu olduğunda demokratik düzene müdahale, sivil iktidarı vesayet altına alma, özgürlükleri kısıtlama hem gereklidir hem de ordunun görevidir” ezberini artık tekrarlıyamıyorlar. Sınavda hoca biraz sıkıştırınca, yarım ağızla da olsa “27 Mayıs da bir darbeydi, keşke olmasaydı” diyebiliyorlar. Darbe planlamak da suçtur, vesayetçi-darbeci zihniyetten kurtulmak gerek diyemiyorlarsa da henüz, hızla ilerliyorlar. Tabii kimi umutsuz vakalar, kimi angut öğrenciler bu kadar hızlı öğrenemiyor, kafacıkları almıyor. Ama müfredat değişti, onlar da ister istemez öğrenecekler, ya da okuldan belge alacaklar.
Bu kadar değil demokrasi dersinde öğrendiklerimiz. Daha on-on beş yıl öncesine kadar demokrasiyi gâvur icadı tramvay sayan, “durağımıza geldik mi ineriz” diyen bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan, demokrasinin nimetlerini ezbere saymakla yetinmeyip, demokrasi için askeri vesayete karşı mücadele veriyor. Buraya kadar dersini iyi öğrendiğine, demokrasinin tramvay olmadığını bellediğine inanıyorum ben. Ama o da henüz kitabın yarısında, üstelik de zor bahisleri atlamış, inşallah Hoca buradan sormaz hesabında. Örneğin demokrasi yetmez “ileri demokrasi”ye geçeceğiz nutkunu attığı gün, gazete patronlarına “köşe yazarlarının parasını siz veriyorsunuz, yazdırmayın” diyebiliyor. “Aman evladım, iyi gidiyordun, ne oldu da sapıttın, iyi çalışmadın mı bu bahsi?” diyen hocaya delleniyor. “Demokrasi sadece çoğunluğun oyu demek değildir, seçmeyi seçilmeyi falan öğrenmişsin, tamam; askeri vesayete karşı da iyisin; peki terör yasası mağduru taş atan çocuklardan ne haber, şu sürüp giden Kürt siyasetçileri, Kürt belediye başkanları tutuklamalarından ne haber, Tekel işçilerinin, bütün işçilerin haklarından, özgürlüklerinden ne haber, gerekli anayasal-yasal engelleri kaldırıp 12 Eylül’ün kanlı generallerini -gıyaplarında bile olsa- yargılamaktan ne haber, seçim barajını düşürmekten ne haber, demokratik hak ve özgürlükleri baş örtüsüyle sınırlamayan anayasa değişikliklerinden ne haber?” diye sorarsa hoca, “Öteki çocuklar izin vermiyooo öğretmenim” diye topu taca, suçu başkalarının üstüne atıyor. Yani kitapta epeyce ilerlemiş ama onun da “çoook çalışması gerek, çoook...” Çünkü demokrasi sadece sözle olmuyor, kişinin onu içinde hissetmesi gerek. Bir de demokratik hak ve özgürlüklerin bir bütün olduğunu, “şimdilik bana yetecek kadarı iyidir, sonra düşünürüz”ün adının demokrasi değil oportünizm olduğunu öğrenmesi gerek.
Gelelim bizlere; kimseye haksızlık etmemek için örneği kendimden vereyim. Epeyce ilerlediğimi sanıyorum demokrasi, hak, hukuk dersinde. Ama daha öğrenecek çok şey var. Gerçekten, ama’sız demokrat olmayı ben de adım adım öğreniyorum hepimiz gibi. Geçende, televizyonda Balyoz planlarıyla ilgili tutuklanan generallerden birinin avukatını dinlerken eksiklerim kafama dank etti. Avukat hanım müvekkilinin azap çektiğinden şikâyet ediyordu. Moderatör, yani ne yapılıyor, baskı, kötü muamele falan mı, diye sordu. Avukat, rahat uyuyamıyorlar efendim, çekyatlar rahat değil, tabii orada sorguya tâbi tutularak saatlerce kalmak, bunların hepsi işkencedir, dedi. O anda büyük bir öfke duydum içimde; darbe dönemlerinde kendi çektiklerimi, binlerce, yüzbinlerce insanın çektiklerini, günlerce süren işkenceli sorguları, tek bir delil olmadan aylarca, yıllarca kaldığımız hücreleri, hapishaneleri, oralarda yaşamlarını yitirenleri hatırladım. Darbe olmayan dönemlerde, sözde normal rejimde karakollarda kaç kişinin öldürüldüğünü hatırladım. “Beter olun” diye bağırdım televizyon ekranına karşı. Ergenekon davalarında hukuk eksikleri ve ayıpları olduğunu, sanık haklarına yeterince dikkat gösterilmediğini iddia eden Ergenekon avukatlarını dinlerken de, itiraf edeyim aynı duygulara kapılıyordum: Şimdi mi geldi aklınız başınıza? Bunlar Türkiye’de hep böyle oldu. 20 yıldan fazla süren davalar, delilsiz ispatsız hatta iddianamesiz yıllarca tutuklu kalanlar, beraat kararlarını öğrenemeden hapishanelerde ölüp gidenler vardı, Ergenekondan başka davalarda hâlâ da var” diyordum . O gece, televizyona karşı “Şimdi mi aklınıza geldi, beter olun!” diye bağırdıktan hemen sonra içimi önce bir huzursuzluk, sonra utanç kapladı. Senin de daha çok yolun var, öğreneceğin çok şey var demokrasi dersinde, diye düşündüm. “Şimdiye kadar siz fişlediniz bizi, şimdi de biz sizi” mantığından ne farkı vardı benim tepkimin.
Demokrasi sınıfının geç kalmış öğrencileri, dersimizi öğrenmeye başladık. Hem öğreniyoruz, hem de içimize sindirmeye, hakkı- hukuku dilimizin ucuyla siyaseten doğruluk adına söylenmiş sözler olmaktan çıkarıp yüreğimize, vicdanlarımıza nakşetmeye çalışıyoruz. “Bütün haklar ve özgürlükler her yerde herkes için geçerli ve eşittir” ilkesini içimize sindirmeye hayat zorluyor bizi. Sanık haklarını, masumiyet karinesini, hukuku şimdi işin ucu kendilerine dokununca hatırlayanlardan da birşeyler öğreniyoruz; onların durumuna düşmemek için.
Bana yapılmasını istemediğimin başkalarına yapılmasını engellemekle yükümlüyüm duygu ve düşüncesini, sadece şık bir siyasal söylem olarak değil, aynı zamanda da ahlaki bir kural olarak benimseyip içimize sindirdiğimizde, demokrasi dersini tam öğrenmiş, demokrasi anaokulunu bitirip bir üst eğitime hak kazanmış olacağız. Siyasal çalkantılar toplumlara acılar yaşatır ama onları olgunlaştırır da. Yaşadığımız şu fırtınalı günler demokrasi dersini daha iyi ve daha doğru öğrenmemize, toplumca olgunlaşmamıza vesile olabilir.