Günlerdir Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabı üzerinden tartıştığımız demokratik haklar, basın özgürlüğü ve daha önemlisi Ergenekon davalarının encamı konularını hiç küçümsemiyorum, hatta hayati buluyorum. Ama biz bu konulara kilitlenmişken, yani cambaza bakarken Kürt halkı ve Kürt siyaseti bugüne kadar benzerini gerçekleştirmediği bir sivil eylem sürdürüyor. İstanbul gibi Batı kentlerinde sembolik kalsa da Güneydoğu’da milyonlarca kişi tarafından desteklenen; görülmesi, izlenmesi, anlaşılması ve benimsenmesi gereken bir eylem bu. Adına sivil itaatsizlik deniyor ama ben eylemde itaatsizlik falan da görmediğimden sadece “sivil” demekle yetiniyorum; yani silahsız, şiddetsiz, meşru talepler çerçevesinde bir direniş biçimi bu. Gel gör ki, ilk günkü polis müdahalelerini izleyen itiş kakış dışında gazetelere, televizyonlara haber bile olmuyor.
Eylem dört talep etrafında gerçekleştiriliyor: Siyasi ve askeri operasyonların durdurulması; ayrımsız bütün tutukluların serbest bırakılması; yüzde 10 seçim barajının kaldırılması; anadilinde eğitim ve kamusal alanda anadilini kullanma hakkının anayasal güvenceye alınması... Bu dört talebin dördü de, sadece Kürt halkının değil Türkiye’de yaşayanlarının tümünün ortak talepleri olmalı, çünkü bu ülkenin daha özgür ve barışçı bir geleceğe doğru yürüyebilmesinin önkoşulları bunlar. Barıştan, çözümden, kanın durmasından, Kürt ve Türk hiçbir gencimizin ölmemesi, hiçbir annenin artık ağlamaması gereğinden, toplumsal barıştan söz ediyorsak eğer, bu dört talep etrafında birleşmemiz, kenetlenmemiz gerekiyor.
Gerekiyor gerekmesine de; şehrin bir meydanına Demokratik Çözüm Çadırı kurup orada oturmaktan, halay çekip türkü söylemekten, çadırlara uğrayan ziyaretçilerle konuşmaktan ibaret olan tümüyle barışçı ve sivil eylemin ilk gününde Diyarbakır’da, Batman’da, Şırnak’da, diğer Güneydoğu merkezlerinde aralarında BDP milletvekillerinin, belediye başkanlarının da olduğu eylemcilere yöneltilen devlet şiddeti, bu meşru taleplere muktedirlerin nasıl baktığını bütün açıklığıyla gösteriyor. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle; AKP öncesinde de böyleydi, AKP döneminde de. Devlet ve iktidar eylemi, eylemciyi sevmez; itaatsizliğin lafına bile dayanamaz; bana sorarsanız, gerçekten sivil olandan da hoşlanmaz. Bu kritik dönemde BDP’nin eylemine karşı da bu kural değişmedi.
Hani siyaset yapın diyordunuz!..
Kürt silahlı hareketine ağır eleştiri yönelten, eleştiriyi aşıp tehditler savuran ve de şiddet tekeline sahip devletin bütün gücüyle, kanla, silahla hareketi bastırmaya çalışan muktedirler hep şunu söylemezler miydi: Silahı, terörü bırakın, ovaya inin, sivil siyaset yapın... İşte ovadalar, işte şehirlerin meydanlarında Demokratik Çözüm çadırlarındalar, silahsızlar, şiddetin dışındalar, tepeden tırnağa siviller. Yurttaşlarına hâlâ bu hakları sağlamamış bir devletin evrensel insan hakları açısından hem ayıplı hem de suçlu sayıldığı 21. yüzyılda, “ileri demokrasi” nutukları atan bir iktidar döneminde, tam da tavsiye edildiği gibi sivil siyaset yapmayı deniyorlar. Karşılaştıkları nedir? Önce, eylemlerine son vermeleri için saldırı, sonra da suskunluk ve görmezlik; haa, bir de, sivil siyasete hazırlanıyorlar diye kadrolarının tutuklanması, KCK davalarından aylardır, yıllardır içerde yatırılmak.
Evet, görmezlik; sadece iktidarın değil medyanın da görmezliği, duymazlığı... Çuvaldızı kendimize batırarak açık yüreklilikle ve vicdanla itiraf edecek olursak, tek tek hepimizin ilgisizliği, duyarsızlığı... Kürt halkının sesini sadece silahı alıp dağa çıktıklarında duyduğumuz yalan mı? Ben ki Kürt kardeşlerimi zaman zaman kızdıracak kadar karşıyımdır savaşa, silaha, askeri yöntemlere, soruyorum şimdi: Bu insanların seslerini duyurmak, haklı taleplerini yükseltmek, haklarını elde etmek için ille de silaha sarılmaları mı gerekiyor? Kürt insanını, Kürt gençlerini buna mı teşvik ediyoruz? Şehirlerden dağlara, sivil siyasetten meşruiyet dışına mı sürmek istiyoruz onları? Suskunluğumuz, ilgisizliğimiz, “otursunlar çadırlarında, ne halleri varsa görsünler”ciliğimiz bu yüzden mi?
Yazının başlığındaki cambazı bir mecaz olarak anlarsak, şu sırada ilgimizin odaklandığı Ahmet Şık olayı, bir yandan temel hak ve özgürlüklerimize pervasız bir saldırı olduğu için, öte yandan da darbeciliğe, vesayete, statükocu düzenin bekçilerine karşı verilmekte olan mücadeleyi itibarsızlaştırdığı, gölge düşürdüğü, kamuoyu desteğini yok ettiği için çok önemli. Ama cambaza bakmakla yetinip Demokratik Çözüm çadırlarını, Kürt siyasetinin sivil itaatsizlik eylemini, Türkiye’nin önünü açacak demokratik taleplerini görmezden gelirsek demokrasi mücadelesinin bir ayağı eksik kalır, topallaşırız. Ergenekon-Balyoz davaları tutukluları için talep ettiğimiz hukuk ve adaleti KCK davası tutukluları için de aynı heyecan ve ısrarla talep etmezsek demokrasi ve özgürlükleri, tıpkı hükümetin de yaptığı gibi kendimize ve “bizimkilere” ne kadarı lazımsa o kadarıyla sınırlamış oluruz. Çünkü Kürt halkının kimlik, hak ve özgürlük mücadelesi ile Ahmet Şık’ın kitabı ekseninde sürdürülen basın özgürlüğü ve hukuk mücadelesi bir bütünün, yani demokratik, adil ve barış içinde bir Türkiye kurma mücadelesinin birbirini tamamlayan parçalarıdır. Gerçek demokrat ise, bu parçaların tümüne sahip çıkabilen, kendi hasmının bile hakkını hukukunu korumayı ahlak bellemiş olandır.
Bunu biraz ağır ve acılı da olsa yavaş yavaş öğrenmeye başladığımızı, kötü öğrencilere de hayatın öğreteceğini düşünüyorum, umuyorum.