03 Temmuz 2013

“Bir yanım Taksim, bir yanım Lice”

Şu çok güç, çok karışık, toz duman günlerde yine umuda intiyacımız var. Bu ülke 2013 Diyarbakır Newrozu’ndaki barış umuduna dönmek zorunda

 

Bir ayı aşan zekâ, mizah, duygu, özgürlük, isyan, öfke ve umut patlamasının; Türkiye’yi derinden sarsan, sadece iktidarı değil herkesi, hepimizi, bütün eğilimleri, siyasetleri “titreyip kendine dönmeye” çağıran son bir ayın yaktığı en önemli umut ışığı Cumartesi günü Taksim’de açılan o pankarttı bana göre: “Bir yanım Taksim, bir yanım Lice.”

Dilin düşünceyi etkilemenin ötesinde biçimlendirdiğini farkettiğimden bu yana dilimden savaş, mücadele, cephe, vb. sözcüklerini  çıkarmaya; yazarken, konuşurken kullanmamaya gayret ediyorum. Ama bugün kendime yenilip güçlenmesi için hepimizin çabalaması gereken bir cepheden: “bir yanım Taksim, bir yanım Lice” cephesinden söz etmek istiyorum. Lice, Diyarbakır, Şırnak kanarken Taksim’den yükselen adalet, özgürlük, eşitlik, haysiyet taleplerinin sadece Taksim’e, sadece kendine adalet, özgürlük, haysiyetle sınırlı kalamayacağını yüreklerinde duyanların vicdan cephesi...

Çok şeyler söylendi, çok şeyler yazıldı Taksim’e, Gezi’ye dair, daha da söylenecek, yazılacak. Her göz gerçeğin bir yanını -kendi işine gelen, kendi ideolojik, siyasal tercihine, kendi çıkarına uygun olan yanını- daha aydınlık, daha parlak görür, bunun altını çizer. En kötü görenler, en ağır miyoplar ise iktidarlar ile kendi gözleriyle bakamayan, birilerinin askerleri, bindirilmiş, doldurulmuş kıtaları olan bağnazlardır. 

Görme-anlama bozukluğunu mümkün olduğunca aşmaya çalışarak, tek yandan değil ortadan ve her yandan bakarak gördüğümü açıkça söyleyecek olursam: Gezi’den yükselip yayılan protestoların ortaklaştığı tek nokta iktidarın muhalefete tahammülsüzlüğüne, devlet şiddetine ve Başbakan Erdoğan’ın tekçi, buyrukçu anlayışına karşı olmaktı. Bunun dışında herkesin derdi, acentası, amacı farklıydı. Gezi’ye ne Taksim Dayanışması, ne şu veya bu siyasal parti veya örgüt, ne çevreciler hakimdi aslında. Çarşı grubu veya benzerleri daha medyatiktiler, ilginçtiler, sesleri de çıkıyordu. Eylem deyince şiddet, yakıp yıkma, cam çerçeve indirme anlayanlar da, onlarca mini gruba bölünmüş olarak oradaydılar tabii ki. Genç veya yaşlı bağımsız direnişçiler, ilk eylemlerin deneyimini yaşayanlar, özgürlük, adalet, yurttaşlık hakkı taleplerini topluca haykırabilmenin coşkusu içindeki insanlar, o unutulmaz mizahın yaratıcısı gençler, internet kuşağı çocukları vardı, üstelik çoğunluktaydılar.

AKP karşıtlıkları siyasi muhalefeti aşıp akılla izah edilemeyecek bir psikolojik saplantıya dönüşmüş, iç savaş, barış süreci, toplumsal dokunun çürümesi zerre kadar umurunda olmayan, AKP çöksün de ne olursa olsun sığlığındaki vesayetçi-darbeci zihniyetin militanları da meydanlardaydı. Ellerindeki bayrakları düşmana kılıç sallar gibi, bayrağın tek sahibi kendileriymiş gibi sallayanlar. Farklı düşüncesi, farklı sözü, farklı çözüm önerisi olanları küfürle, hakaretle, olmadı saldırıyla, kaba kuvvetle susturmaya çalışan, özgür bireyler olmakla değil birilerinin askerleri olmakla övünenler...Evet, onlar da vardı. Ama bütün gürültücülüklerine ve ilk günlerdeki afra tafralarına rağmen Taksim’e hakim olamadılar. İzmir’de, bazı Ege kentlerinde, zaman zaman Ankara’da görece daha güçlüydüler doğrusu, ama güne hâkim görünseler de tarihe hâkim değillerdi; çünkü Gezi’de boy atan, hepimizi şaşırtan, hâlâ da tam anlayamadığımız geleceğin ruhunun dışındaydılar. AKP ne kadar geçmişe aitse onlar da o kadar geçmişte yaşıyorlardı.

Protesto cephesinden barış cephesine

AKP, Taksim’de karşısında gördüğü protesto cephesinin içindeki çeşitliliği algılayamadı. “Aldatılmış masum gençler” ve öteki şer güçleri ayrımı belki kendi adlarına rahatlatıcıydı ama gerçek dışıydı. Ayrım çizgisi; bir ay boyunca direnişin sağladığı bilinç aydınlanmasıyla, birbirini tanımanın, anlamanın, birlikte direnmenin dersleriyle derinleşerek farklı bir yerden geçmeye başlamıştı artık. Devlet şiddeti karşısında birleşenleri ve bu şiddet yüzünden aralarındaki farklılıklara rağmen bir süre kenetlenenleri ayıran hat: ama’sız barışçılık, herkes için adalet, herkes için özgürlük çizgisi ile benim örgütümün, benim düşüncemin, benim ideolojik konumumum özgürlüğü anlayışıydı . Örtülü kadınlarımıza, kendinden olmadıklarını düşündükleri, kendileri gibi düşünmediklerini bildikleri herkese, Öcalan posterleri ve BDP flaması taşıyanlara sözlü sataşmayı aşan, fiili şiddete varan saldırılar (ki, kimse böyle şeyler olmadı diye cebine üflemesin, oldu. ) Gezi ruhu tarafından onaylanmıyor, benimsenmiyordu.

Gezi direnişi travmasına kapılan Başbakan Erdoğan, kurtuluş olarak gördüğü cepheleştirme stratejisini: AKP yandaşları - AKP karşıtları, İslamcı -Laikçi, muhafazakâr yaşam tarzı-Batıcı yaşam tarzı ve “terör örgütü”, “terörist başı” kodlarıyla örtülü Türk-Kürt ikilemleri üzerine kurdu. Gezi’yi milli iradenin karşısındaki şer gücü “bunlar” olarak damgaladı. Yüzde 50 çoğunluğunu koruma uğruna giriştiği bu sorumsuz hamlenin barış sürecine, yani kendi ayağına kurşun sıkmak olduğunu da fark edemedi. Barış sürecinin ayrılmaz parçası olan demokratikleşme yolunda, sürece destek verenlerle bütünleşmek, ulusalcı-şoven güçleri tecrit etmek yolunda güçlü ve güven sağlayıcı adımlar atmak yerine, yine aynı yanlış veya maksatlı okumayla Gezi olaylarının süreci baltalamak isteyen güçlerin tezgâhı olduğunu söylemekten çekinmedi. Oysa, ulusalcı-dayatmacı unsurlara rağmen Taksim’in bileşenlerinin çoğunluğu barış sürecinin müttefikleri, Kürt halkının haklı taleplerinin takipçileriydi.

Gezi ruhundan yükselen umut

Şu çok güç, çok karışık, toz duman günlerde yine umuda intiyacımız var. Bu ülke 2013  Diyarbakır Newrozu’ndaki barış umuduna dönmek zorunda. Çünkü hepimiz bunun uçurumdan önceki son çıkış olduğunu biliyoruz. Açık konuşalım; barış sürecinin mimarı Öcalan’dı, devlet adına üstlenicisi ise Erdoğan. İkisi de barışa mecburlardı, ikisinden birinin yokluğunda barış mümkün değildi.

Bugün gelinen noktada, Öcalan’ın önderliğindeki Kürt siyasal hareketinin üstlendiği tarihî rolü sorumlulukla, aksatmadan ve sabırla götürdüğüne tanık olduk. Kendilerini eşitlik ve adalet talepleri karşılanmamış, mağdur ve hakkı yenmiş hisseden, devlete güveni aşınmış Kürt halkı önderlerine güvendi. Varılan çatışmasızlık noktası bu güvenin eseriydi. Öcalan risk aldı, bir bakıma Türk devletine kefil oldu. Şimdi kitlesinin Öcalan’a güveninin sarsılmasının, kendini bir kez daha aldatılmış hisseden bir halkın hayal kırıklığı ve öfkesinin sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum.

Buna karşılık, AKP iyi bildiğimiz devlet refleksiyle, barış ve demokratikleşme sürecinde ipe un sermeyi, estek köstek diyerek ağırdan almayı, adım atmamayı kurnazlık saydı. CHP içindeki ulusalcı çizgiye, MHP’nin Türkçü devletçi şovenizmine, Ergenekoncu ulusalcılığa, kendi damarlarındaki Türk-(Sünni)İslam zihniyetine teslim oldu. Gezi olaylarını, bu teslimiyeti gerekçelendirecek vesile saydı. Barış karşıtı ulusalcılarla, MHP uzlaşmazlığıyla, Ergenekoncu provokasyonla Gezi’de buluştu. Şimdi Lice’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da Kürt halkının demokrasi ve eşitlik taleplerine tıpkı Gezi’deki gibi biber gazı, olmadı kurşun sıkılırken, iktidar sözcüleri yine provokasyondan, çıkar lobilerinden, barışı istemeyen güçlerden söz ediyorlar. Evet, o güçler var: Meclis’te, muhalefetin içinde, Taksim’deki kalabalığın içinde; ama en çok devletin ve iktidarın içinde, hatta kafasındaki tilkilerin kuyruklarının birbirine dolaştığı Erdoğan’ın yanlış hesaplarında var.

Silkinip kendine gelme vakti şimdi: Ne olursa olsun, ne kadar sabır, soğukkanlılık gerektirirse gerektirsin yeni bir cephede buluşma vakti. Bir yanım Taksim, bir yanım Lice diyebilenlerin barış ve demokrasi cephesi. Ortak paydası ve turnusol kağıdı Kürt halkının eşit yurttaşlığı ve tüm yurttaşlık haklarının sağlanması, acılarının kayıplarının tazmini olan bir birlik. Mevcut cephelerin, kanatların, siyasetlerin cesurca dağılıp düzülmesi...İster Müslüman ister laik, ister örtülü ister açık, ister CHP’li, ister solcu, sosyalist, ister AKP’li, muhafazakâr, liberal, her kesimden, bu ortak paydada buluşanların herkesi kucaklamaya, herkesle diyaloğa hazır geniş birliği. Taksim’de açılan “Bir yanım Taksim, bir yanım Lice” pankartının yarattığı umudun bayrağı altında toplananların birliği. Hâlâ umut var kardeşim...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"