Seyran, yan komşumun temizliğe gelen yardımcısı. Ortak balkonumuzu temizlemeye çıktığında, balkona açılan pencereden selamlaşıp konuşuyoruz. Beni hep masa başında, bilgisayar önünde gördüğünden gazeteci olduğumu düşünüyor, ara sıra aklına takılan soruları, anlamlandıramadığı olayları soruyor.
Orta Anadolu’dan, Yozgat tarafından Seyran. İlkokul bitirmişliği var. Akıllı bir kadın. Ah okutsalardı öğretmen olurdum şimdi, diye hayıflanıyor zaman zaman. Kocası da kendisi de hep AKP’ye oy vermişler. “Bizim gibileri adam katına çıkardı, pahalılık mahalılık ama yine de durumlar eskisinden iyi” diyor. Bir de Erdoğan’ın boyunu posunu beğeniyor, “Gavurların başkanlarının hepsinden uzun, Ruslarınkinden bile” derken sesinde belli belirsiz bir övünç çınlıyor.
Geçen hafta balkonu yıkamaya çıktığında, beni yine bilgisayar başında görünce “Aç hele bir pencereyi, danışacağım var” dedi. “Afrin bizim niremiz olur Abla?” diye sordu sonra.
Önce “Bizim neyimiz olur?” dediğini sandım. “Afrin bir insan değil bir yer adı” dedim. “Biliyoruz o kadarını, nire diye soruyorum ben” diye üsteledi biraz alınmış bir sesle.
“Afrin Suriye’de, bizim Gaziantep-Kilis sınırına kırk- elli kilometre uzaklıkta” dedim.
“Vışşşşş!”, dedi, “Türkiye’de değil mi yani, ben Artvin’in oralar sanmıştım.” “Tam ters tarafta” dedim, “güney sınırımızın aşağısında.”
Elindeki kovadan biraz deterjanlı su döküp balkonun giderine doğru süpürdü, sonra doğrulup pencerenin önüne geldi yeniden ve o soruyu sordu. İnsanlarımız muazzam beyin yıkama, bilinç çarpıtma operasyonu ve Nazilere taş çıkartan propaganda ağıyla; din, vatan, millet gibi kutsalların sömürülmesiyle, farklı ses çıkarmaya kalkışanın vatan haini ilan edilmesiyle ürkütülüp afyonlanmasalardı sağduyulu, aklı başında, vicdanlı herkesin soracağı o soruyu: “Bizim orada ne işimiz var peki Abla, niye başkalarının toprağında ölüp gidiyor bizim çocuklar?”
……….
Şimdi anlıyor musunuz barış istemenin, insanlar ölmesin, öldürmesin, silahlar değil diplomasi konuşsun, savaş yerine barışçı çözüm aransın demenin neden suç sayıldığını? İçinde debelendiğimiz şu cinnet ortamında sağduyulu, barışçı, vicdanlı seslerin neden susturulduğunu? Çünkü Seyran’ın sorusu, bilinci çarpıtılmamış, savaş tamtamları ve hamaset çığlıklarıyla ve yalan yanlış propagandayla kafası bulandırılmamış her sağduyulu insanın sorusudur. Ve Seyranlar bir kez sordular mı bu soruyu savaşçı, militarist, fetihçi siyasetlerin sonu gelir.
İnanın bana Seyran’ı bilinçlendirmeye çalışmadım, gerçeği söylemek yerine Erdoğan iktidarının Suriye’ye operasyon gerekçesini aynen aktardım. “Teröristler oralardan, sınırlarımızın dışından bizi tehdit ediyorlarmış, ülkemizi bölmek istiyorlarmış, bu yüzden önlem alınıyor” dedim. “Peki o topraklar kimin?” diye sordu. “O bölgede işler karışık Seyran, dedim. Aslında Suriye toprakları, ama şimdi kimin eli kimin cebinde belli değil. Bizimkiler Suriye’nin o bölgesinde yaşayan halkla, Kürtlerle, Araplarla, Türkmenlerle savaşıyorlar.”
Seyran kovadaki suyu boşaltıp balkonun ön tarafını temizlemeye gitti. Yeniden bilgisayarın başına oturmuştum ki camı tıklattı. “ Teröristse, el alemin memleketinde değil kendi sınırında temizlersin. Toprağıma, vatanıma saldırırsa ben de silahı alır çıkarım karşısına. Koca Türk ordusunun sınırlarımızı korumaya gücü yok mu? Gider adamın yurdunu ocağını bombalarsan, terörist de olsa savunur kendini. İyi ki benim oğlan askerliğini çoktan yaptı, el memleketinde şehit düşmesini istemem. Hem oradakiler de can” dedi.
“Tamam, tamam ama sakın başka yerde böyle konuşma, dilini tut” deyip camı kapattım.
………………
Raco diye bir yeri “ele geçiren” ÖSO mensuplarının Suriye bayrağını indirip ayakları altında çiğnemelerinin görüntülerini izlerken Seyran’ı düşündüm. Eğer izlediyse o haberi aklı büsbütün karışmıştır. Önümüzdeki hafta temizliğe geldiğinde yine soracaktır bana ve ben bu defa ne söyleyeceğimi, ne cevap vereceğimi bilemeyeceğim, bilsem de söylemeye çekineceğim. Suriye bayrağını indirip parçalayan, ayakları altında çiğneyen “Özgür Suriye Ordusu” savaşçısı mı terörist, yoksa kendi topraklarına diktiği Suriye bayrağını ve çoluk çocuğunun canını savunan Arap, Kürt, Türkmen, her kimse o mu, diye sorsa ne cevap vereceğim?
Sınırlarımızı çiğneyip, vatanımıza tankıyla, topuyla, uçağıyla girip bayrağımızı çiğneyen, şehirlerimizi yakan yıkan, insanlarımızı öldüren düşmanlar mı var, diye sorduğunda Seyran, “Yok, ama olabilir, testiyi kırmadan dövüyor bizimkiler” desem inandırıcı olabilecek miyim?
…………………
TSK’nın, -kaç şehit verildiğine vurgu yapmadan- kaç teröristin etkisiz hale getirildiğini, yani kaç can alındığını bildiren ölüm istatistiklerini izlerken, bütün canları, bütün acıları topluyorum yüreğime. Suriye’de, Afrin’de, dünyanın her yanında, zaferi ölü sayısıyla, atılan bomba, yerle bir edilen köy, kasaba, şehir sayısıyla ölçen dili anlayamıyorum. Dünyanın acıları ağır geliyor, ne kadar dayanacak bu yürek bilmiyorum.
“Daha işin başındayız, sonuna kadar gideceğiz, nerede terör tehdidi varsa, orası bizim için hedeftir” diyor Başbakan. “Afrin’e gireceğiz, teröristleri sokak sokak temizleyeceğiz” diyor Bahçeli o sokaklarda sadece terörist dedikleri eli silahlıların değil çaresiz insancıkların da barındığını hiç düşünmeden. “Son teröriste kadar” diye tekrarlıyor Genel Kurmay Başkanı. Ve ben, savaş sürdükçe “son terörist” hep annesinin karnında olacak diye düşünüp kahroluyorum.
“Bölgemizde barış ve huzurun hakim olmasını istiyoruz. Kan ve gözyaşı sona ersin istiyoruz” diyor yine Başbakan Yıldırım. Ve ben, tam da bu sözleri söylediğimiz için en tepedeki zat tarafından “hain, adi, ahlaksız, soytarı” ilan edildiğimizi, hedef gösterildiğimizi düşünüp acı acı gülüyorum.
İçim acıyor. Türkiye’nin, bölgede barış ve huzurun mimarı olabilecekken, bölgeyi kasıp kavuran yangını söndürebilecekken bu hale nasıl düşürüldüğünü anlatsam mı Seyran’a… Bunca yıkıma, kayba rağmen barışa doğru yürümek, en azından insanların ölmesini, çoluk çocuğun perişanlığını, yıkımı, savaşı bir ölçüde engellemek hâlâ mümkün desem inanır mı bana? Ben kendi söylediklerime inanabilir miyim peki?