Sayın Devlet Bahçeli’nin ittirmesiyle bir düştük, yokuş aşağı yuvarlanıyoruz. Eh! Dünya yuvarlak. Ekvator çizgisinin de altına inince bundan sonrasının Güney Kutbuna doğru çıkış olduğunu düşünerek kendini aldatabilirsin.
Ne acayip bir süreçtir yaşadığmız. Dünyada görülmedik hız ve biçimde, yangından mal kaçırır gibi, toplumsal tartışma yapmadan bir anayasa değişikliği önerisi hazırlandı. Güya Türk usülü bir sistemmiş. Bir Türk olarak bu yakıştırmaya, en hafif deyimle, münasebetsiz bir şaka diyorum. Türkiye, BM, Avrupa Konseyi, AGİT üyesidir. Bu kuruluşların kurallarına, imzaladığı yasal anlaşmalara uymayı taahhüt etmiştir. Türk benim için sözünü tutan demektir, sözünden cayan değil. Dolayısıyla anayasamızın ölçüsü, bizim siyasi ihtiyaçlarımıza ve gününe göre belirlediğimiz bir takım garip fikirler değil, evrensel insan hakları ve demokrasi kriterleridir. Türkiye’de aklı başında hukukçuların görüşleri ortada. İlk üyeleri arasında yer aldığımız Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu’nun raporu da her yerde. Hâlâ bu rapora yetkililerimiz, bağırıp çağırmanın dışında ciddi bir yanıt veremediler.
Öneri acayip derken, yaşayan kampanya süreci de daha acayip oldu. Adalet kelimesi birdenbire kayıplara karıştı. “Her yer evet, evet! Yeter, bıktı bu millet!” diye protesto şarkısı yapabilirdiniz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu kadar eşitsiz bir yarışma olmadığı anlaşılıyor. Ayıptır: Hayırcılar engellendi, tehdit edildi. Sonunda Yüksek Seçim Kurulu’nun geçiçi açıklamasına göre evet oyları az farkla önde geldi. İhtimal olarak daha önce vurguladığımız gibi evet cephesi Sayın Cumhurbaşkanımızın popülaritesi sayesinde bu kadar oy toplayabildi. Kitle psikolojisi bakımından incelenmesi gereken nedenlerle, kitleler liderlerini izledi, konunun özüyle fazla ilgilenmedi. Nitekim Sayın Başbakanımız da öze dönük bir tartışma yapamadan kampanya sona erdiği için hayıflandı. Çok önemli ve yerinde bir tespit. Sayın Cumhurbaşkanımız isteseydi televizyona çıkar ve Ana Muhalefet lideriyle tartışırdı, madde madde. Ama önerinin içi boş olduğu için böyle bir tartışmayı kazanma şansı yoktu. Böyle bir tartışma evet oylarını epey azaltırdı. Ne diyelim! Bu da Türk (!) usulü demokrasi. Liderlerin televizyon tartışmasını göremiyoruz.
Sonuçlar açıklanınca büyük kentlerde hayırın önde olduğunu gördük. Bunu önemli buluyorum. Çünkü büyük kent insanı, siyasi çizgisi ne olursa olsun, kişisel özgürlüğüne, serbest hayata daha yatkındır. Kentlerde bireyselleşme düzeyi daha yüksektir. Demek ki, tek kişi rejiminin sakıncaları anlaşılmış. Kitlesel kimlik boyutunun ağır bastığı bölgelerde evet önde gelmiş. Kabaca söylersek: bireyselleşmenin yüksek olduğu yerlerde hayır, kitleselliğin ağır bastığı yerlerde evet önde geldi. Büyük kentlerde ortaya çıkan tablo umut vericidir. Hele genç nüfus arasında da hayır öndeyse bu umudumuz güçlenecektir. Kürt vatandaşlarımızın çoğunluğu da AKP’yi inandırıcı bulmadıklarını bir kez daha ortaya koydular. Onlara el uzatılmasını bekliyorlar.
Acayiplik bitmedi elbette. Oylama ve sonuçları üzerinde büyük bir şaibe gölgesi var. Yüksek Seçim Kurulu Başkanının sözlerini de, Türkiye Barolar Birliği’nin açıklamasını da inceledim. Belli ki, oyun sürerken kuralları değiştirilmiş. Belli ki, mühürsüz oy pusulalarını geçerli saymaları yasaya, giderek YSK’nin kendi içtihatına uygun görülmüyor. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” ya da “Alışırlar” demek Türk (!) hukuk devleti anlayışıdır. Bize yakışmaz. Bu arada AGİT gözlemcilerinin raporu da çok endişe verici. Bağırıp çağırarak bu raporu Avrupa’ya yok saydıramayız. Dışişleri’nce yapılan basın açıklaması da nerdeyse beşyüz yıllık tarihi olan bu kurumun ciddiyetine, inandırıcılığına, güvenilirliğine yakışmıyor. Böyle günlük siyaset gereği açıklamaları siyasilerin yapması, kurumların alet edilmemesi gerekir. Venedik Komisyonu, AGİT derken Avrupa ile ilişkilerimizde patinaj hızlanıyor.
Oysa üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi ve AGİT kurallarına, söz verdiğimiz, taahhüt ettiğimiz şekilde uyarak davransaydık, hem içerde hem de dışarıda rahat ederdik.