O kadar çok şey yanlış yapılıyor, yanlışlıklar öylesine göze batıyor ki, hangisini yazayım, değerlendireyim diye şaşırıyorsunuz. Bu dönem bitene kadar durumun değişmeyeceği, giderek kötüleşebileceği görülüyor.
Ekonomi gibi dış politika da yanlışı en az kaldırabilecek alanlardan biridir. Gel de anlat!
Bir BM seferi yaptık ki, bu kadar başarılısını anımsamak güç. Hazır New York’a gitmişken, Trump ile görüşeceğiz, kafa kafaya verip şunu bunu halledeğiz diye açıklamalar yaptık. Görüşemedik. Her BM Genel Kurul vesilesiyle Trump ile görüşmek şart değil. Programlar uymaz ya da koşullar uygun değildir, görüşmezsiniz. Olabilir, dünyanın da sonu değildir. Ancak önceden iddialı açıklamalar yapıp, sonra görüşemeden dönerseniz diplomatik açıdan bu bir başarısızlıktır.
Trump yerine senatör bilmem kim bize gaz vermiş. Yok şu olacak, bu olacak, ticaret 100 milyar dolara çıkacak. Ticaretin gelişmesini engellleyen mi var? Sırf hükümetlerin itmesiyle ticaret gelişseydi dünyada başka bir ekonomik sistem olurdu. Serbest ticaret anlaşması da yapacakmışız. AB ile gümrük birliğin varken bu kolay mıdır?
Senatör F-35’ler, S-400’ler konusunda yumuşak konuşmuş. Öte yandan, bir basın haberine göre, Ankara’da ABD büyükelçiliği yeni bir öneri sunmuş bize. Bu önemli olabilir. Ancak Trump bu konuyu daha ne kadar sırtında taşıyabilir, merak ediyorum. Bu arada Trump’ın başı ciddi belâda. Bunun S – 400 dosyasına yansıması olmayacak mı?
BM forumunda Suriye politikamız, özelllikle güvenli bölge projesi hakkında yapılan açıklamalar ayrıca ilginç (!). Tokistan fikri tutar mı? Suriye tarihini biraz bilenin aklına hemen Baas Partisi’nin ünlü Arap Kuşağı politikası gelir. İstediğimiz şey belli. Türkiye Kürtleriyle Suriye Kürtleri arasında geniş bir sünni Arap nüfusu yerleştireceğiz. Böylece hem Kürtleri böleceğiz, hem de Sünnilik nedeniyle bize yakın bir Suriye Arap nüfusunu etkimiz altında tutacağız. Böylece Suriye de de etkili olacağız. Bunu uluslararası toplum kabul eder mi? Esad bile kabul etmeyebilir. Yineleyim: Esad’ın işine gelen Suriye’deki Sünni nüfusun azalmasıdır. Bu bakımdan Türkiye’deki Suriyelilerin dönmesini istemez Esad. Zaten onların çoğu da buradaki hayatlarından memnun görünüyor. Uluslararası hukuka göre, dönüşün gönüllü olması gerektiğine (Biz bu ilkeyi son Astana üçlüsü zirvesinde teyit ettik) göre, Suriyeli mülteciler gidip yeni Arap kuşağında yerleşmezler. Kaldı ki, Tokistan projesi yabancı bir ülkenin toprağında öngörülüyor. Bunun uluslararası hukuka uygun olması için ya o ülkenin onayı ya da BM Güvenlik Konseyi’nin 7nci bölüm kararı gerekli. Söylemek ona mı düşerdi bilemem, ama Yunanistan Başbakanı, bir habere göre, “Bu iş zor” demiş bile...
Neyse ki, Suriye konusunda bir iki olumlu gelişme var. Lavrov, savaşın bittiğini söyledi. Anayasal Komite de, görünüşe göre, oluşturuldu. Umarız artık müzakere zamanıdır. Türkiye’nin asıl yoğunlaşması gereken konu müzakere sürecinin başlayıp güçlenmesidir. Tek taraflı hareketler pek sonuç getirmez. ABD ile iyi kötü iş birliği varken, Suriye ile genel hava yumuşamış iken bizim Fırat’ın doğusuna geniş çaplı bir askeri harekat yapmamızı uluslararası hukuk açısından gerekçelendirmek bana olanakdışı görünüyor. Üstelik deprem tehlikesi, korkusu yaşayan bir ülkeyi savaşa sokmak akıl kârı (işi) olur mu, bilin bakalım!
Burada kişisel bir ayraç açayım. Türkiye’de yönetimin Suriye politikasına kızanlarda anlayamadığım bir Esad merakı görüyorum. Doğru bulmuyorum. Suriye nasıl şekillenecek, göreceğiz. Ancak, Suriye’de vahim savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, insan hakları ihlalleri işlendi. Merak edenler BM raporlarını okusun. Özellikle ‘solcuyum’ diyenlerin bu konuda duyarlı olması gerekir. Bütün bu suçlar işleyenlerin yanına mı kalacak? Müzakere moduna geçilmesi bu konuyu izlemek bakımından da önemli.
BM’de İsrail’e yüklenmişiz. Netanyahu İsrail’inin savunulacak yanı yok. Eleştirilmeli. Ne ki, İsrail’i hasım konumuna getirmek bize ne kazandırıyor acaba? Neleri kaybettirdiğini gören görüyor. AKP döneminde ‘İsrail’e yüklenirsek, belki İsrail’in ve Yahudi cemaatlerinin bize ABD ve Avrupa’daki desteğini kaybederiz, ama Arapları, Müslüman dünyayı kazanırız’ hesabı yapıldı. Bu hesap da yanlıştı, tutmadı. Dengeli, nüanslı olunması gerekir.
Kaşmir konusunda da daha nüanslı olunmalı. Hindistan’ı kafadan karşımıza alacak bir tavrın getirisini göremiyorum. Kaşmir konusunda yaptığımız açıklamalar arabulucuk iddıamızla ters düşmüyor mu?
Bu BM toplantısının en önemli konusu çevre idi. O konuda yaptığımız konuşmayı beğendiniz mi? Sevgili Greta’nın konuşmasıyla bizimikini yanyana koyun, hiç bir yorum yapmaya gerek kalmıyor. Hiç değilse Paris Şartı ile ilgili olumlu bir şeyler söyleyebilseydik. Dünyanın büyüklerine kafa tutmayı seviyoruz. Çevre konusu tam o tavra uygun. Yararlansaydık...
Ne diyelim? Her zamanki gibi, bizim değerlendirmelerimizin yanlış, yapılanların doğru olduğunu umalım.