05 Ağustos 2018

Yabancı yatırım da azalıyor

"Türkiye'nin yabancı yatırıma gereksinimi hiç azalmadı, ama yabancı yatırımın gittikçe azaldığı anlaşılıyor..."

Küresel kapitalizmin en önemli gereklerinden biri yatırımların sınır engellerine takılmadan kolyaca yapılabilmesidir. Aşağı yukarı bütün ülkeler bu konuda ikircikli bir tavır içindedir. Bir yandan yabancı yatırım gelsin isterler, öbür yandan kendi şirketlerini, yerleşik ekonomik yapılarını korumak için yabancı yatırımları koşullara (engel dememek için) bağlarlar. Fi tarihinde Dünya Ticaret Örgütünde Yatırımlar Komitesi başkanlığı yapmıştım. O tarihlerde bir uluslararası anlaşma yoluyla ülkelerin yabancı yatırım istekleriyle korumacı eğilimleri arasında bir denge bulunmasına çalışılmıştı. (Daha önce benzer bir deneme OECD’de yapılmıştı.) Özellikle birkaç büyük devletin olumlu davranmaması nedeniyle sonuç alınamadı.

Bir zamanlar Türkiye’de yabancı sermayeye hayır demeyi solculuk sayardık. Sonra öğrendik ki, dünyadaki yabancı semayenin dört üçü gelişmiş ülkelerde kalırmış, bizim gibi ülkelere nazlana nazlana gelirmiş. Yabancı sermayeyi çekmek için iktisadi, hukuki bir çok önlem almak gerekliymiş.

Bu konuyu değerlendirirken Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarını da anımsamak yararlıdır. Cumhuriyet yönetimi bir yandan kapitülasyonları kaldırıp, imtiyazları hal yoluna koyarken, İzmir İktisat Kongresiyle yabancı yatırımcılara güvenli ülke izlenimi vermeye çalıştı; ABD’den yatırım çekmek için girişmler yaptı. Genel kuraldır: iş kurmak, istihdam yaratmak iççin kendi sermayen, yatırımın yetmediği ölçüde yabancı yatırıma ihtiyacın olur.

Türkiye’nin yabancı yatırıma gereksinimi hiç azalmadı, ama yabancı yatırımın gittikçe azaldığı anlaşılıyor.

2000’li yıllarda, hem yaptığımız reformlar hem de AB sürecinin etkisiyle yabancı yatırımlar için önemli bir ülke konumuna yükselmiştik. Gerçi bu yatırımların ne kadarının gerçek doğrudan yatırım olduğu, kaç yabancının kaç fabrika kurduğu tartışılır, ama devletin, çeşitli şirketlerin mal mülk satışlarıyla yabancı yatırım alan ülkeler listesinde yukarılara çıkmıştık. Yatırımların nitelikleri nedeniyle bu gidişin sürmeyeceği belliydi. Satacak mülk pek kalmadı. Ayrıca gerçek bir ekonomik ve hukuki dönüşüm de yaşanmadı.

Gördüğüm son verilere göre, doğrudan yabancı yatırım alan ülkeler sıralamasında 18cilikten 27inciliğe düşmüşüz. 2017 yılında Türkiye’ye giren miktar 10 Milyar kadarmış. Bunun yarısını da yurt dışından kişilerin gayrimenkul alımları oluşturuyormuş. Bu tabloya ne parlak, ne da umut verici denebilir.

En çok sermaye Hollanda’dan geliyormuş. Bizimkilerin sık sık “Ey Hollanda!” çekmeleri açısından ironik bir durum. O kadar kafa tuttunuz Hollanda’ya! Yasaklasaydınız ya Hollanda sermayesini! Elbette bunlar siyasetin komik tarafları. Hollanda’nın Türkiye’de yerleşik bir ekonomik mevcudiyeti var, anlaşılan sürüyor.

Bize birkaç Hollanda daha gerek. Ancak bunun için önce, 2000 yıllarda olduğu gibi ekonomik mevzuat ve yönetimin güven vermesi; sonra, gene 2000’li yıllarda olduğu gibi Batı’da hukuk devleti görüntümüzün güçlenmesi, Batıyla gittikce entegre olan bir ülke olarak görülmemiz gerekir. Bunlar olmazsa Ruslarla, araplarla işbirliğinde çare ararsınız, ama onlarla da ne kadar ileriye gidebilirsiniz ki!

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"