Trump’ın trompetleri çalmaya devam ediyor. Bu kez de ticaret ya da tecim alanında.
Trump, çelik ithalatına yüzde 25, alüminyum ithalatına da yüzde 15 gümrük vergisi koyacağını bildirdi. Bu adımın nasıl atılacağının ayrıntıları henüz belli değil, ama kamuoyu ticaret savaşları yönünde ilk adımın atıldığını düşünüyor.
Ticaret savaşı dediğimiz şey, ülkelerin birbirinden gelen mallara yüksek vergiler uygulayarak ithalatı azaltmaya çalışmasıdır. Misillemeler yoluyla gelişip uluslararası ticareti güçleştirir.
Böyle bir tırmanışın genel olarak herkesin aleyhine olduğu söylenir, ama Trump öyle düşünmüyor. Trump korumacı bir politika uygulamaya niyetli. Kendi ülkesinin ticaretini, sanayiini, işçisini, milli burjuvazisini yabancılara karşı korumaya çalışıyor. Bizde de, başka bazı ülkelerde de solun bir kesimi aynı şeyleri önermez mi? Emperyalizme karşı ülkeyi savunmak için bu tür korunmacı önlemleri savunmazlar mı? Eyvah! Sağcı sandığımız Trump solcu mu yoksa? Baksana, adam, aynen andığımız solcular gibi, uluslararası ticaret anlaşmalarına, Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ), IMF’ye filan hepsine karşı çıkıyor, ikili anlaşmaları yeğliyor. Trump’ın bu tavrı açıkca küreselleşmeye karşı çıkmak değil mi? Anlaşılan bu adam gizli solcu.
Öte yandan, komünist Çin, Mao’nun fotoğrafları altında savunuyor küreselleşmeyi, serbest ticareti. Anlaşılan, Çin gizli sağcı.
Vay be! İdris Küçükömer’in dediği küresel düzeyde çıktı: Sağ sol, sol sağ oldu (mu?)
Trump’un tepkisi ölçülü mü, ölçüsüz mü, ayrıca tartışılmalı, ama parmak bastığı sorun çok önemli. Çelik ve alüminyum sanayiilerinde Çin’in kendi ihracatçılarına sağladığı destekten kaynaklanan bir aşırı kapasite sorunu yaşanıyor. Bu, sadece ABD’nin sorunu değil, küresel bir sorun. Aslında küresel bir çözüm bulunması gerekiyor. Ancak, küresel çözüm bulunamayınca ABD veya başka bir ülke kendi başına hareket ediyor. O zaman sorun daha da büyüyebiliyor.
Günümüzün iktisadi ve ticari sorunlarının çoğu küreseldir. Küresel çözüm gerektirir. Çoğu ülkede sol düşünce bu noktada tıkanmaktadır. Korumacılığı bir çözüm olarak sunmakta, ancak iktidara gelince başarılı olamamakta, örneğin bir Venezuela hali yaşanabilmektedir.
Sol düşüncenin küresel sorunlara küresel çözüm önerileri henüz yoktur. “İMF, DTÖ batsın” demekle sorunlar çözülmez. Bu örgütleri eşitlikçi bir dünya kurmak için nasıl yönlendirmek gerekir, solun onu önermesi beklenir. Yabancı sermayeye karşı slogan atmak aldatıcı bir kolaycılıktır. Yapılması gereken, “dünyadaki sermaye dolaşımı nasıl olmalıdır?” sorusuna yanıt vermektir. Finans ekonomisiyle reel ekonomi arasındaki dengesizlik nasıl giderilmelidir? Tarımdaki küresel gidiş nasıl olumluya çevrilebilir? Gelişen teknoloji ve işsizlik arasında bir nedensellik ilişkisi kurulması nasıl önlenebilir? Fabrikalar başka ülkelere taşınınca ortaya çıkan işsizlik sorunu artık dünyanın her bölgesinde görülebiliyor. Bu nasıl hallolacak?
Ne yazık ki, dünya genelinde sol bu sorular karşısında doyurucu yanıt bulamıyor. Çünkü sorunları küresel düzeyde görmekte ve göstermekte zorlanıyor. Neoliberalizme birkaç rötuş çekmek ve değerler üzerinden politika yapmakla yetiniyor. Elbette, değerler solun olmazsa olması, ama liberal sağ da, çalışanların hakları hariç aynı değerleri savunabiliyor . Kaldı ki, artık solun da çalışanların haklarını eskisi gibi savunduğu, çalışanları ortak hedeflerin çevresinde örgütleyebildiği söylenemez.
Oysa çalışanlar, genel olarak halk, değerler hakkında nutuklar değil, iş ve gelecek güvencesi, geçim sıkıntısı gibi somut sorunlara somut çözüm önerileri bekliyor. Sol bu beklentilere karşılık olacak politikalar ve söylemler geliştiremeyince zaten doğru dürüst örgütlenmemiş ve dağılmış durumda olan halk Trump gibilere yönelebiliyor. Sağ, bakmışsınız, sol oluyor.
Unutmayalım: sol her şeyden önce üretim ilişkilerini, yani ekonomik derin yapıyı değiştirmeyi hedefleyen bir siyasi düşüncedir. Sağcılara öykünmekle solcu olunmaz. Yoksa daha çook trompet dinleriz!