04 Mart 2022

Tanpınar, Avrupa, Ukrayna

Avrupa'ya Mümtaz gibi, Tanpınar gibi bakamazsan sabah akşam "Kahrolsun Batı" diye bağırıp çağırmakla kalırsın. Türkiye'de olan budur

Beni en çok etkilemiş olan üç Türkçe romandan biri Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'udur (Diğer ikisi Aylak Adam ve Tutunamayanlar). Tematik (izlekçe) bakımından çok zengindir Huzur, oku, incele, yorumla, tüketemezsin. Tanpınar üzerine çalışanların çoğu ele almaz, ama romanın merkez izleklerinden biri İkinci Dünya Savaşı'dır. Başkişi Mümtaz'ın İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması olasılığından duyduğu kaygı onu ruhsal çöküntüye götüren nedenlerden biridir. Nitekim, roman İkinci Dünya Savaşı başladığı anlarda Mümtaz'ın ruh ve akıl sağlığı bakımından çöküvermesiyle biter. 

Romanın ikinci Dünya Savaşı'nın çıkması olasılığının kurmaca kişiler yoluyla tartışıldığı bölümleri de genellikle dikkatten kaçar. Mümtaz'ın bir kahvede arkadaşlarıyla, sonra İhsan, daha sonra doktorla savaş üzerine konuşmaları dar anlamda romanı, romanda kasdedilen o dönemi aşan derinlikte, önemdedir. Hele bazı bölümlerde edebiyatın, fikriyatın kalitesi Türk romanının, Türk aydınının düzeyinin çok üstüne çıkar, evrensel değer ve boyut kazanır. 

Klasik Osmanlı kültürümüzün uzmanı, hayranı Mümtaz, bir Türk aydını için olacak şey değil, ama Avrupa'yı içselleştirmiştir. Savaşın Avrupa uygarlığının sonunu getirebileceğinden içtenlikle kaygı duymakta, bu "felâket" olasılığını kendi içinde hissedebilmektedir. Çoğu arkadaşı "Bize ne?" havasındadır. Mümtaz, Avrupa'da olan biteni görebilen çok çok az sayıda Türkten biridir. "Sonra, orta yerde, bir Nazi meselesi. Bir tagallüp, bir tasallut var! Bu herif insanlığa musallat." diyebilmektedir Mümtaz. İhsan da, Mümtaz'a, yerli ve milli bir gerçeğimizi anımsatır: "Ama solcular pek beğeniyor. Bir dinlesen! Hepsi şimdi Hitler'i övüyorlar. Sanki Rayiştag mahkemesi olmamış gibi. (...) Sanki o kadar cinayet yapılmamış gibi."

Günümüzde bazı çevrelerce, ABD'ye, Batı'ya sabah akşam ne kadar küfür ederseniz, Putin'i, Çin'i ne kadar destekler ya da mazur gösterirseniz o kadar solcu sayılıyorsunuz ya, anlaşılan, o dönemde de emperyalist İngiltere ile Fransa'ya vuruyor diye Hitler'i pek beğenirmiş bazı solcularımız. Diyeceksiniz ki, "Hitler SSCB'ne de vurdu". Romanda sözü edilen yıllarda Nazi Almanyası ile SSCB anlaşma yapmışlardı. "Biliyor musunuz ne vakit vaziyetten ümit kestim? Rus – Alman ademitecavüz paktı imzalandığı gün." der Mümtaz. Avrupa'nın geleceğinden umut keserek intihara gidecek olan Walter Benjamin'i de yıkan olaydır bu. Belli ki, bazı sol çevreler Alman – Rus anlaşmasını Batı'ya karşı birlik olarak görmenin ötesine geçebilecek zihinsel, ruhsal donanımdan yoksunmuşlar. Mümtaz ve Walter Benjamin gibi gerçek aydınlar, gaddarların yazıp budalaların desteklediği Tarihin kurbanı olacak istisnalarmış.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra olumlu gelişmeler oldu elbette. Örneğin Avrupa Birliği oluştu, oluşuyor, yavaş yavaş, aksasa da. Biz "Onlar ortak, biz pazar" kafasıyla dışında kaldık. Aklımız başımıza geldiğinde çok gecikmiştik. Oysa Ahmet Hamdi Tanpınar, daha 1950'lerin sonunda, Avrupa'nın geleceğini Avrupa Birliği'nde gören bir düşünürdü. O dönemde Avrupa Birliği'nden söz eden başka aydınımız var mıydı? 

Avrupa'ya Mümtaz gibi, Tanpınar gibi bakamazsan sabah akşam "Kahrolsun Batı" diye bağırıp çağırmakla kalırsın. Türkiye'de olan budur.

İnsan doğası zaten kötüye eğilimli. Bunun yanı sıra, insanlar geçmişi kolayca unutabildikleri, geçmişten ders almadıkları için Tarih düz çizgi halinde ilerlemiyor. Kırılmalar, geriye dönüşler dönüşler görebiliyoruz. Günümüz Avrupa'sında da görüyoruz bunları. Huzur'un doktorunun şu sözlerine bakın, 1940'ı mı betimliyor, yoksa 2022'yi mi?

"Böyle her şeyin birbirine karıştığı, her sualin birbirine muvazi olarak yürüdüğü, ümitle çalınan her kapıdan bir ejderha ağzının açıldığı bir devirde insanlığının mukadderatının birtakım yarı deli meczupların, mesuliyetsiz peygamberlerin, production, surproduction deterministlerinin, hüsniyetlerini ancak silâh seslerinde vuzuhla konuşan, idam hükümlerinde gerçek çehresini takınan ütopyacılarının elinde bulunmasının felâketini düşünün."

Hitler'in ütopyası önce Avusturya'yı alarak (anschluss) önce geniş Alman birliğini kurmak, sonra Avrupa'ya egemen olmaktı. Hitler, belki de doğduğu yer olduğu için, Avusturya'yı ayrı bir devlet, millet olarak görmedi. "Onlar aslında bizden, aynı kandanız, onları bize katmalıyız" dedi. Putin de, Ukranya doğumlu olmamasına rağmen, aynı şekilde düşünüyor. Rus milletinin orada doğduğunu, Ukrayna'nın aslında Rusya olduğunu, Rusya'ya katılması, en azından Rus denetimi altına girmesi gerektiğini açıkça söylüyor. Ukrayna "anschluss"unu gerçekleştirdikten sonra Avrupa'nın yarısını SSCB döneminde olduğu gibi kendi nüfuzu altına sokmayı hedefliyor Putin, bu hedefini de gizlemiyor. Hitler, Alman halkının güvenliği için bir yaşam alanı (lebensraum) kurması gerektiğini söyler, başka ülkelere saldırılarını böyle haklı göstermeye çalışırdı. Putin'in de Rusya'ya mucavir ülkeleri nötralize ederek güvenlik sağlamaya çalışması bu ünlü yaşam alanı kuramını akla getiriyor. 

Putin'in ütopyasının ilk sahnesini gözlemliyoruz. Yalnız arada bir fark var: Ukrayna halkı Avusturya halkı gibi değil. Ukrayna halkı istilaya, işgale karşı direniyor. Bağımsızlığından vazgeçmek istemeyen bir halka karşı çarpışma kazanılabilir, ama savaş kazanılamaz. 

Ben Ukrayna halkının direnişini gönülden destekliyorum, zamanında Vietnam halkının direnişini desteklemiş olduğum gibi.

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!