6 Mayıs günü Fransız Le Monde gazetesinde Juliette Binoche ile astrofizikçi Aurélien Barrau’nun kaleme aldığı bir bildiri yayımlandı. 200 kadar sanatçı ve aydının imzaladığı bildiride genel olarak dünyamıza egemen olan sistem eleştirilip radikal dönüşüm çağrısı yapılıyor. Çevre ve iklim kıyıcılığı, tüketim toplumu, ekonomik büyüme fetişizmi, bildiğimiz makro sorunlar sıralanıyor, "ayarlamaların", yani idare – i maslahatçılığın yetersiz kaldığı vurgulanarak köklü değişim öneriliyor. Eleştirilen sistemin adı konulmamış ama günümüz kapitalizminin hedef alındığı belli.
Bildiride yer alan görüşlere, yaklaşıma benim açımdan katılmamak mümkün değil. Ancak, bildiri imzacılarının hepsi aslında tuzu kuru dediğimiz kesimlerden. Kapitalist kültür piyasasının işleyiş mekanizmaları sayesinde iyi para kazanmışlar. Hepsi iyi sanatçılar olduğuna göre "hak ederek kazanmışlar" denebilir, ama bu denildiği anda başarının karşılığı olarak parayı gören kapitalist mantık doğrulanmış olur. Öte yandan, sistemin "kaymağını yiyen" bu kişilerin sistemden yakınmalarını içten bulmamak da doğru olmaz. Sadece sanatçıların değil, önemli patronların, CEO’ların da kapitalist sistem aleyhine konuştuklarını görüyoruz zaman zaman. Bu sözlerin de "hadi canım sen de!" diyerek yabana atılmaması gerekir. Kapitalizm bir girdap gibi kapmış götürüyor bizi de, onları da... İçinden çıkılmak isteniyor ama bir türlü ne yapılacağı, nasıl yapılacağı henüz bilinemiyor.
Covid-19 salgınının genel olarak dünyada bir vicdan muhasebesine ve küresel sistemin düzeltilmesi yönünde adımlara yol açacağını umuyordu bir çok kişi. Son günlerde, bakıyorum, salgın sonrası döneme ilişkin kaygılar ağır basmaya başladı. Bu çerçevede Juliette Binoche’un galiba bildiriden bir gün sonra Instagram'da yayımladığı mesaj da dikkat çekti. Binoche’un Bill Gates’i şahsen hedef alması ne derece yerindedir bilmiyorum, ama genel olarak önemli bir kaygıyı dile getiriyor. İktidarların sağlık bahanesiyle insanlar üzerindeki denetim ve baskıyı arttırmaları olasılığı özellikle otoriter düzenler açısından mevcuttur. Binoche muktedirlerin sağlık kontrolu bahanesiyle deri altına çip yerleştirip insanların özgürlüğünü iyice engelleyebileceğini öne sürüyor. Bir zamanlar bilim kurgu olan bu olasılığı da akılda tutmak gerekir. Çin’de yanılmıyorsam 200 milyon kamera yoluyla dış insanı kontrol altına aldılar. İkinci adım deri altına çip koyup iç insanı da kontrol etmek neden olmasın? Batı ülkelerinde sol ve liberal siyasiler salgının baskıya bahane edilmemesi yönünde demeçler vermeye başladılar, ama kapitalizmin gidişi Çin’in yönünde. Batı ülkelerindeki popülist lider ve ırkçı sağcı akımların da "özgür insan" kavramıyla zaten araları iyi değil. İnsan hakları ve demokrasi mücadelesinin yükselmesi gerekecek.
Bu vesileyle, bizim ülkemizle ilgili birkaç söz etmek gerekir. Çip mip işleri henüz uzak olasılık ama başka kaygılar var. Yönetimin Koronavirüs ile mücadelesinin kamuoyunda genel olarak başarılı bulunduğunu gözlemliyorum. (Aman, başarılı olsunlar.) Varsa bu olumlu algılama, yönetime destek kaybını telafi edecek boyutlarda mıdır, bilemiyorum. Ancak, yönetimin belki de böyle düşündüğü, salgın sonrasında muhalefeti ve karşıt görüşlü yurttaşları daha sıkı kontrol etmeye hazırlandığı kaygısını taşıyorum. Televizyondan, sosyal medyadan yapılan toplu katliam tehditlerine karşı resmi makamlarca enerjik tepki gösterilmesi, RTÜK başkanının basın haberlerinin yorumlardan arındırılmasından, tepeden gelen buyruklara kurum olarak uyacaklarından söz etmesi, muhalif kadın gazetecilere yöneltilen çirkin tehditler, HDP üzerinde baskıların artması, içerdeki aydınlar, siyasetçilerle ilgili hiç bir olumlu işaret görülmemesi gibi oluntular, durumlar kaygıya yol açıyor. Umarım yanılıyorumdur, ama olumlu beklentiler içinde olamıyorum.
Salgın hastalık kapanı hiç bir şeye benzemez, ama salgın kapanından çıkıp baskı kapanına girmek de hiç hoş olmaz.