Trump kimseyi dinlemedi, dediğini yaptı. İran anlaşmasından çekildi.
Trump’ın kararını, Hizbullah’ın önde bitirdiği Lübnan seçimlerinden hemen sonra, Netanyahu’nun Moskova ziyaretinden hemen önce açıklaması tesadüf değil elbette. Böylece, kendi açısından, “Bakın, İran tehditi büyüyor, adamlar Lübnan’a iyice hakim oluyorlar” bahanesini kullanabildi. Netanyahu da Moskova’ya eli daha güçlü gitti.
Rusya şimdiye kadar hem İsrail, hem de İran ile yakın ilişkiler yürüttü. Bu iki ülke arasındaki hasmane ilişkilere de pek karışmak istemedi. Ancak, konu çok ciddi bir aşamaya taşındı. Bakalım, Rusya ne yapacak? Rusya’nın, iki tarafla da diyalogu olduğu için arabulucuk yapmasını bekleyenler var. Gel gör ki, Rusya, genellikle sorun çözmeye yönelik değil, sorunlardan yararlanmaya dayalı bir dış politika izler. Bu kez, yararlanması kolay olmayan bir sorun büyüyor. Rusya arabuluculuğa zorlanabilir. Bakalım, Rusya barış meleği olabilecek mi?
Trump ile Netanyahu ikilisi, İran’a karşı sert tavır izlemekte kararlı, hatta silahlı çatışmaya hevesli görünüyor. İsrail ile İran arasında Suriye toprağı üzerinde yapılan füze düellosu daha büyük çatışmaların habercisi olabilir.
Trump ile Netanyahu, İran’ı ya ağır yaptırımlar yoluyla sindirmek, ya da silahlı çatışma yoluyla yola getirmek gerektiğini düşünüyorlar. Bu ikiliye göre, İran, anlaşmaya rağmen çaktırmadan nükleer silah hazırlıyor. Ayrıca, anlaşmada yer almayan iki konuda İran’ı hedef alıyorlar. Onlara göre bu iki konunun eksikliği anlaşmayı yetersiz kılıyor. Birinci konu İran’ın balistik füzeleri. İkincisi de İran’ın bölgedeki askeri ve ideolojik faaliyetleri. Anlaşmanın yarattığı olumlu havadan İran’ın bu konularda daha ileri gitmek için yararlandığını öne sürüyorlar.
Trump nükleer konuda İran’ı suçluyor, ama Orta Doğu’da kitle imha silahlarından arındırılmış bölge kurulmasını engelleyen ülkenin İsrail olduğunu söylemiyor. BM Güvenlik Konseyinin Orta Doğu’da böyle bir bölge kurulmasını öngören bir kararı var. Kurulsa herkes rahat etmez mi? Gel gelelim, İsrail, güvenliği açısından nükleer silah sahibi olmayı zorunlu görüyor. O yüzden bu proje yürümüyor.
Hal böyle olunca, hem suçlu hem güçlü gibi davranmamak, dolayısıyla İran ile nükleer anlaşmayı yaşatmak, diğer iki konunun da ayrıca müttefikleriyle birlikte üstüne gitmek gerekir. Bütün konular birbirine karıştırılınca diplomasi yapmak güçleşiyor, iki tarafta da çatışma yanlıları güç kazanıyor.
Suudi Arabistan da bir an önce İran’ın üstüne gidilmesini destekliyor. Suudiler İran ile silahlı çatışmaya ayrıca hazırlanıyor. Bir çok alanda teknolojik açıdan İran’a üstün görünüyorlar. En çok çekindikleri şey İran’ın balistik füzeleri...Buna rağmen, İsrail İran ile savaşa girerse, Suudiler de bir bahane uydurup İran ile ayrı bir ikili savaşa kalkışabilirler. İran iki ayrı ülkeye karşı aynı anda savaşmak zorunda kalabilir. Böyle bir durumda İran halkının ne ölçüde bütünleşip direnç gösterebileceğini ABD, İsrail, Suudiler hesaplıyorlar mı, bilmiyoruz. Gördüğümüz, ciddi savaş hesapları yapıldığıdır.
Bu gelişmelere İran diplomatik düzeyde ölçülü tepki veriyor. Bu bir zaaf göstergesi mi, yoksa başka bir hesap mı, yakında anlarız. İran’ın bölgedeki marifetleri malûm; bölge barışına katkı yapmaktan çok uzak. Ancak, İran’daki ılımlı ve dış dünyaya açılmaya niyetli güçlerin elini zayıflatmak kimsenin yararına değil. Bunu görmek gerekir. Avrupalılar bunu görüyor, ama etkileri hemen hiç yok.
Türkiye ne yapabilir? Eskiden olduğu gibi bölgede bütün taraflara eşit mesafede olsaydık, bizi dinleyebilirlerdi. İran – Irak savaşı sırasında İran’ın çıkarlarını Irak’ta, Irak’ın çıkarlarını da İran’da temsil ediyorduk. Eskiden Orta Doğu’da böyle bir Türkiye vardı. Bugünkü halimizle arabulucu ya da havayı yumuşatıcı olmamız epey güç. Ne var ki, bizi yakından ilgilendiren bir konu bu. Nükleer silah sahibi İran istemiyoruz. İran’ın balistik füzelerinden, bölgedeki askeri ve ideolojik faaliyetlerinden de herhalde memnuniyet duymuyoruz. Ancak bölgede daha geniş çaplı bir savaşı hiç istemiyoruz. Bölgedeki bütün ülkelerle gerçekçi bir şekilde ikili ilişkilerimizi geliştirmek de lehimize olan tek politika. Dolayısıyla, gene de diplomasiyi zorlamak durumundayız. Onu bunu suçlayıcı, yüksek sesli demeçler yerine diplomatik bir söylem benimsemek ve bütün taraflarla konuşmaya çalışmak gerekiyor. İş ciddi!