Merkez Bankası Başkanı pat diye değiştirildi. Piyasalar etkilenmesin diye bu iş, kamuoyunun cumartesi sabahı bilgisi olacak şekilde yapıldı. Piyasalar ne tepki verir bilemeyiz, ama bu yapılanın Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kavramına yeni bir darbe oluşturduğunu biliyoruz.
Türkiye ekonomisinin çok başarılı sayıldığı dönemde yaptığım görev nedeniyle bazı konularda görüş belirtmem gerekiyordu. Örneğin, Merkez Bankası ve Kamu İhalesi, Rekabet kurumları gibi norm bekçisi ve denetçisi kurumların özerkliğine karışılmasının ekonomiye zarar vereceğini söylemiştim. Aldığım yanıt, siyasi sorumluluğun seçimle başa gelen iktidara ait olduğunu, dolayısıyla bu kurumların hükümete uymaları gerektiği yönündeydi.
Özel şirketlerin kâr marjının maşallah rekor düzeyde olduğu dönemdi, ama borçlanmalar başlamıştı. Özel sektör borçlarının ilerde ciddi bir sorun yaratacağını söylediğimde de bunun devleti ilgilendirmediği yönünde bir görüşle karşılaşmıştım.
Kamu ihale mevzuatında çok belirgin sapmalar başlamıştı. Ancak herkes bir bayram havasında olduğu için kimse bunları görmeye yanaşmıyordu. Bizim söylediklerimize de dudak büküldü. Ben görevden ayrılırken kamu ihalesi mevzuatının AB normlarına uyması için değiştirilmesi gereken yasa sayısı 80’e yakındı. Geçenlerde Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Haşim Kılıç bu sayıyı 180’in üzerinde verdi, yanlış anımsamıyorsam.
Yargı reformunun ekonomi için de şart olduğunu, ancak bu reformun bütün ilgili resmi ve sivil kurumlar arasında konsensüs sağlanarak yapılması gerektiğini kaç kez söyledik. Sonuç olarak, çoğu kamu ihalesi konusunu es geçen “yetmez ama evet”çilerin desteğiyle (o ünlü referandumu kasdediyorum) yargı deforme edildi. Şimdi yeniden reforme ediliyor. Göreceğiz.
Türkçede bir söz vardır: Perşembenin geliş çarşambadan bellidir. Ekonomik sorunlar göz göre göre geldi. Hükümet dışında birçok ekonomik ve siyasi aktörün bugünkü yakınmalarını izliyorum. Ancak etkili olabilecekleri dönemlerde ses çıkarmadılar, oysa ‘hepsi oradaydı’.
Gelişmekte olan ülkelerde siyaset genellikle devlet rantının siyasi iktidar tarafından yandaşları arasında üleştirilmesi şeklinde yürür. Bunu değiştirmek için bağımsız yargı, bağımsız denetçi kurumlar, saydamlık gerekir. Nepotizmi önlemek gerekir. Her şeyden önemlisi, “sesimi çıkarmazsam belki ben de nasiplenirim” diye düşünmemek gerekir.
Daron Acemoğlu’nun kısa bir süre önce verdiği bir mülakatı izledim. Sosyal medyada rahatlıkla bulabilirsiniz. Aklın yolu birdir, ama biz bu yola bile bile girmedik. Şimdi işimiz çok daha güç.