06 Nisan 2019

 NATO ve Batı ile ilişkilere dair

Bazı dosyalar çözüme kavuşturulsa bile bu asıl büyük sorunun çözümünü bugünkü iktidar yapısı ve zihniyetiyle görünür gelecekte güç

“Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın ardından tarihi bir seçim yaparak özgür dünya ile birlikte, Batı Bloku’nda yer almayı tercih etmiştir. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi ile uyumlu olan bu politika, Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla taçlandırılmıştır. O günden bu yana NATO, Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasının mihenk taşını oluşturmuştur.”

Bu cümleleri Dışişleri Bakanlığı sitesindeki bir bilgi notundan aldım. Güzel yazılmış. İçeriği de NATO’ya bakış açısından olumlu.

Gerçekten de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye NATO’ya, Avrupa Konseyi’ne ve OECD’nin önceli olan OEEC’ye (Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı) katılarak Batı ile bütünleşmek yolunu seçmiştir. Güvenlik, Demokrasi ve Ekonomi alanlarını kapsayan bu  seçimi CHP ile DP ortaklaşa yapmışlardır. İç politikada birbirine düşen bu iki partinin Türkiye’nin Batıyla bütünleşebilmesi ortak hedefleri olmuştur. AB (eski AET) üyeliği de bu bağlamda en ileri hedef olarak görülmüştür.

Geldiğimiz bugünkü noktada, NATO’nun 70. Yıl dönümünde sormamız gereken soru şudur: Yukarıdaki hedefler hâlâ geçerli midir? Resmi ağızların bu soruya evet yanıtı vereceğini biliyoruz. Ne var ki, gördüklerimiz evet yanıtının doğruluğu hakkında şüphe uyandırıyor.

Geçmişte Batı’da çok eleştirilmişizdir. Haksız eleştirilere tepki vermişiz, gerginlikler yaşamışızdır. Ancak Batı dünyasına aidiyetimiz sorgulanmamıştır. Sorgulanan şey, Batı değerlerini uygulama performansımız olmuştur. Bugün ise Batı dünyasına aidiyetimiz sorgulanabiliyor. Bu durumu Batı’nın dışlayıcı tavrına bağlamak işin kolayına kaçmak olur. Türkiye, daha doğrusu Türkiye’yi yönetenler, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti alanlarında olumlu imaja sahip olsaydı durum başka olurdu. AB ile ilişkilerimizin, hattâ müzakerelerin resmen kesilmesi ya da Avrupa Konseyi üyeliğimizin askıya alınması gibi felâket senaryolarının gerçekleşmesi şimdilik güçlü ihtimaller değil. Ancak, Batılılar bizimle fazla yakınlaşmayı da istemiyorlar. Örneğin, AB bizimle gümrük birliğini güncellemeye bile yanaşmıyor. Batıda sıcak ilişki kurabildiğimiz, tek bir ülke ya da liderlik kalmadı. İlişkiler zorunlu iş ilişkisi...

Eskiden “Batı’nın bize güvenlik açısından ihtiyacı var. Dolayısıyla ne yapsak hoş görebilirler” diye düşünenler olurdu. Geldiğimiz noktada NATO üyeliğimizi bile tartışmaya açanlar olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan Mike Pence’in son açıklaması çok tatsız.

Geçmişte, özellikle sol kesimde Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkılırdı. ‘NATO’nun Türkiye’ye ne yararı oldu?’ tartışması hâlâ yapılabilir. Ancak bu yararı anlamak için bence Türkiye NATO’ya üye olmasaydı neler olurdu? sorusuna yanıt aramak gerekir. NATO çerçevesinde ABD ile ilişkiler başka türlü yürütülebilir miydi? sorusunu bir yana koyarsak, zaman içinde NATO üyeliği Türkiye ile Batı arasındaki en önemli bağ haline gelmiştir. Dün Dışişlerimizce yapılan bir açıklamada “NATO kuruluşunun 70. yıldönümünde Avrupa – Atlantik bölgesinde barış, güvenlik ve istikrarın teminatı olmaya devam ediyor.” ifadesi kullanılmıştır. Söz  konusu teminattan yararlanmayı sürdürmek istemesek herhalde bu ifade kullanılmazdı.

Ancak, altı çizilmesi gereken bir gerçek daha var: NATO büyük ölçüde ABD demektir. (Avrupalılar savunma alanında daha güçlü hale gelmedikçe bu gerçek zor değişir.) Mike Pence’in açıklamasını da bu bağlamda görmek gerekir.

İkili görüşmelerde neler konuşuluyor bilmiyoruz, ama S – 400 sorunu ciddiyetini, dosyası da esrarını koruyor. Neden, niçin, kime karşı, nereye konuşlandırmak üzere alacağız bu silahları? Suriye’ye, İran’a karşı savunma önlemiyse S – 400’ler Rusya bu amaçla kullandırmaz. Öyleyse kime karşı?

Umarız taraflar bir anlaşmaya varırlar.  Ancak daha derin bir sorun görüyoruz. Mevcut iktidar Batı’yı, sadece ideolojik ve kültürel açıdan değil, her bakımdan hasım olarak gördüğü izlenimi yaratıyor. Sanki Batının önemli ülkeleri, kuruluşları, kurumları komplo üzerine komplo kurarak bizim iktidarı devirmeye çalışıyorlarmış gibi bir hava yaratılıyor. Bizimkiler Batının asıl olumlu yönünü oluşturan demokrasi, insan hakları, hukuk devleti değerlerini, yararlanmayı bilseler de, benimseyebilmiş, içselleştirebilmiş zaten değiller. Buna ilaveten, özellikle Gezi olaylarından beri Batı ‘ya hiç güvenmeyen çatışmacı bir ruh hali içinde görünüyorlar. Asıl sorun burada. S – 400 gerilimi de bu sorunun askeri güvenlik alanına yansımalarından biri... Bazı dosyalar çözüme kavuşturulsa bile bu asıl büyük sorunun çözümünü bugünkü iktidar yapısı ve zihniyetiyle görünür gelecekte güç görüyorum.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!