08 Aralık 2019

NATO saltosu

Türkiye'nin yeri Batı'dır. Orta Doğu, yakından ilgilenmemiz gereken sorunlu komşu mahallemizdir

Zirve toplantısı vesilesiyle ilginç bir NATO oluntusu (episode) izledik.

Sahne deha çocuk Macron'un demeciyle açıldı. Şok etkisi önemlidir. Emmanuel Bey'in "Beyin ölümü" çıkışı olmasaydı, gözünü açıp sahneye bakan pek olmaz, bu zirve de gelip geçerdi. Bu bakımdan Macron'un demeci 'hayırlara vesile' oldu. Bunu kendisi de kabul etti.

Macron, beyin ölümünün en önemli belirtisi olarak Türkiye'nin Suriye harekâtını müttefikleriyle koordine etmemesini gösterdi. Ne yazık ki, NATO, müttefiklerin dış politikalarını, askeri harekâtlarını tartışıp eşgüdüm içinde yürütmelerine olanak sağlayan bir örgüt değildir. Bunun için NATO'nun askeri yönü kadar siyasi yönünün de güçlenmesi gerekir. Keşke öyle olsaydı NATO. Ne ki, NATO'yu siyasi yönden güçlendirme çabalarına sürekli karşı çıkmış bir ülke varsa o da Fransa'dır. Macron herhalde farkında değil. NATO karargâhını Paris'ten Brüksel'e kovan Fransa'dır. Çok uzun süre NATO'nun askeri kanadından çekilen ülke de Fransa'dır. ABD ile sık sık bilmem ne yarışına kalkıp nice NATO işini karıştıran da Fransa'dır. Bu çerçevede, ne idüğü hâlâ belirsiz bir Avrupa ordusu fikriyle NATO'yu zayıflatmaya çalışan da Fransa'dır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra refahını ve demokrasisini NATO'nun koruyucu şemsiyesi altında geliştiren Batı Avrupa ülkelerinden biri de gene Fransa'dır. Umarız, Macron bütün bunları düşünerek bir beyin fırtınasına girişmiştir.

Zirve sonuç bildirisinde NATO'nun siyasi yönünün güçlendirilmesinden söz ediliyor, yani Macron'un yakındığı sorunun çaresi. Bakalım Macron bu süreci ne ölçüde destekleyecek, göreceğiz. Desteklerse, bence Fransa, AB ve Batı kazanır, ama AB kendini biraz NATO'ya göre ayarlamak zorunda da kalabilir. Göreceğiz.

Bu vesileyle genel olarak dünya kamu oyunda NATO'nun ne işe yaradığı tartışmaları yapıldı. Soğuk savaş bittiğine göre NATO'nun işlevi kalmadığı savı da işlendi. Bu tartışmalar 1990'lı yıllarda çok yoğunca yapılmıştı aslında. Unutuluyor. Daha önemlisi: NATO'nun eski Yugoslavya savaşında nasıl bir rol oynamış olduğu pek gündeme getirilmedi. NATO, Avustralya ve Yeni Zelanda dışında Batılı denilen bütün ülkeleri bir araya getiren tek örgüttür. Güçlenerek yaşaması ve bizim de orada önemli bir üye olarak kalmamız Batıya aidiyetimiz bakımından hayati niteliktedir.

Kaldı ki, Rusya'nın tehdit olarak algılanması henüz sona ermemiştir. Rusya, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşmasını askıya almıştır. Bu, konvansiyonel tehdittir. Orta menzilli nükleer füze anlaşması çöpe atılmıştır. Bu, nükleer tehdittir. Ukrayna'nın Doğusu, Kırım, Baltık bölgesi, Gürcistan gibi yerlerde sorunlar ciddidir. Bize gelince, elbette Rusya ile yakın işbirliği gereklidir, ama bir kaç yıl önce Boğaz'dan geçen bir Rus askeri gemisinin güvertesinde bir Rus askerinin elinde koca bir silah nasıl dikildiği unutmamalıdır.

Dünyanın, Avrupa'nın haline, üye ülkeler arasındaki çeşitli çekişmelere bakarak, bunca olumsuz koşul altında Zirvenin başarılı geçtiğini söyleyebiliriz. NATO ülkesi olarak bizim açımızdan da olumlu bir gelişmedir bu. Zirveye giderken yapılan açıklamalara rağmen toplantı sırasında yapıcı, NATO'cu davrandığımız anlaşılıyor. İyi olmuş.

Ancak, zirveye giderken o açıklamalara gerek yoktu. Aslında müzakereleri süren, yenilenebilir nitelikte, teknik düzeyde tutulması gereken belgeler söz konusuydu. Daha önce istediğimiz yönde yazım elde etmişiz, bunu korumak ya da anlamını sulandırmamak istiyoruz. Ne ki, Suriye ile ilgili güncel gelişmeler nedeniyle konunun siyasi düzeye gürültülü patırtılı bir şekilde taşınması hata olmuş, evdeki hesap gene çarşıya uymayınca bir yenilgi görüntüsü ortaya çıkmıştır. Sanıyorum, siyasi heyetimiz de Londra'ya gidince meseleyi anladılar, yapıcı bir tutuma yöneldiler, ama olan oldu.

Konuya kamu oyu gözüyle bakınca veto tehditimizin arkasında durulmadığı algılaması doğdu. Müttefikler de konsensüs ilkesini istismara çalıştığımız izlenimi edindi. Konsensüsü veto hakkı diye görmek doğru bir yaklaşım değildir. Konsensüs, 'birimiz hepimiz, hepimiz birimiz' için anlayışının kararlara hayalci değil gerçekçi bir şekilde yansıtılmasını teminen yaratılmıştır, dayatma olanağı sağlamak için değil. Konsensüsün amacı üyeleri bir bütün olarak görerek herkesi hoşnut kılacak kararlara ulaşmaktır. Diğer üyelerde sizi de hoşnut kılacak şekilde karar alma tavrını uyandırmanız gerekir. Konsensüs ince diplomasi ister. Hasan Cemal birkaç gün önceki bir yazısında konsensüs ilkesini doğru kulanmamıza örnek olarak 1999 NATO Washington Zirvesini gösterdi. Haklıdır. Rahmetli Demirel'in rahmetli İsmail Cem ile birlikte katıldığı o zirvede Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasıyla ilgili yazım konusundaki müzakereye yalnız başladık, ama beceriyle yol alarak bizi tatmin eden bir sonuca ulaşabildik. Veto tehditiyle bu sonuç elde edilemeyecekti, biliyorduk.

Oydaşma ile çalışan Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı'nda (AGİT) terörizm konusundaki önemli yazımların müzakeresinde, uygulamasında birçok kez yalnız kaldık, ama sonunda istediğimizi aldık.

NATO zirvesinde bu kez kabul edilen terörizmle ilgili yazım, uluslararası sonuç belgelerinde 'bu konuya değinmediler demesinler' diye yer verilen formüldür. NATO'yu daha kuvvetli ifadelere sevketmek gerekir. Koşullar farklı ama çarpıcı bir karşılaştırma yapılabilsin diye 1982'de (Bizde 12 Eylül dönemi) Bonn Zirvesinde kabul edilen yazımı mealen anımsatayım:

"Bütün uluslararası terörizm eylemlerini kınıyoruz. Bu eylemler insan haysiyeti ve haklarının açık ihlalidir ve normal uluslararası ilişkilerin sürdürülmesine bir tehdit teşkil ederler. Ulusal mevzuatımızla uyumlu olarak, bu belânın önlenmesi ve bastırılması için mümkün olan en etkili işbirliği ihtiyacını vurguluyoruz."

Terörizmin uluslararası bir tanımı henüz yapılmamıştır, ama Avrupa çapında, İnsan Hakları Sözleşmesine ve AB müktesebatına dayalı genel bir anlayışın varlığından söz edilebilir. Terörizmin tanımında AB ile anlaşabilirsek ve ifade özgürlüğü sicilimizi düzeltebilirsek, terörle mücadelede Avrupa'nın, ABD'nin desteğini sağlama konusunda daha fazla mesafe alabiliriz. Ancak, sürekli Batıyı suçlayarak istediğimiz sonuçlara ulaşamayız. Bu arada, Rusya'nın Suriye'de kimlerle görüştüğünü gözden ve kamu oyunun gözünden kaçırmayalım. Fransa ile Suriye'de işbirliği olanağı yaratılabilir belki. Fransa Batı Afrika'da Sahel bölgesinde terörizme karşı ciddi bir askeri mücadele içindedir, desteğe ihtiyaç duyduğu açıktır.

Umarım, bu seferki NATO zirvesi vesilesiyle Batı dünyasında yer aldığımızı hatırlamışızdır. Türkiye'nin yeri Batı'dır. Orta Doğu, yakından ilgilenmemiz gereken sorunlu komşu mahallemizdir.

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"