27 Temmuz 2020

Lozan ve güya Cumhuriyetimizi bozan

Açılışa katılanların kaçı 24 Temmuz'un neyin yıldönümü olduğunu ve Lozan'ın önemini biliyordu acaba? Lozan olmasaydı kendilerinin de olmayacağını, Ayasofya'nın işgalcilerin elinde kalmış olacağını kaçı düşünebiliyordu acaba?

Burhan Cahit Morkaya'nın konusu Kurtuluş Savaşı olan 1933 tarihli Cephe Gerisi romanında işgalci devletlerin politikalarını anlatan şöyle bir cümle geçer: "Türkiye'yi tarihten çıkarmak ve coğrafyadan bilmek için tedbir alıyorlardı." Birinci Dünya Savaşı'nı kazananların bize karşı niyetlerini çok iyi anlatan bir cümledir bu. Sevr'e, Sevr'den önce Paris Konferansı görüşmelerine bakalım. Türkiye diye İç Anadolu'da küçük bir ülke bırakacaklardı. Sağdan, soldan, güneyden, kuzeyden sıkıştırılan zavallı gariban bir ülke. Herhalde o ülke de on, yirmi yıl içinde ortadan kaldırılmış, Anadolu bizden temizlenmiş (!) olurdu. Çocukken İberya yarımadasının müslümanlardan nasıl temizlendiğine, 700 yıl süren müslüman varlığının nasıl sona erdirildiğine ilişkin birçok öykü okumuştum. Buna "Endülüs Faciası" diyorlardı. Bizi de 850 yıl sonra Anadolu'dan atmış olacaklardı. Bu emellerine ulaşsalardı bugün birileri de "Anadolu Faciası"nın öykülerini okuyor olurdu.

Öyleyse Kurtuluş Savaşı bizim için var olup olmama savaşıydı. Kazandık. O döneme ilişkin iyi kötü bir şeyler okuyor, öğreniyoruz. Hangi belgeyi, kaynağı incelersek inceleyelim, vardığımız sonuç aynı: Mustafa Kemal'in önderliği olmasaydı o savaşa girişemezdik. Mustafa Kemal'in önderliği olmasaydı o savaşı kazanamazdık, işgalden kurtulamazdık.

Bildiğimiz şey: Sahada kazanmak yetmez, masada da kazanmak gerekir. Lozan Kurtuluş Savaşı'nının masadaki devamıdır. O da kazanılmıştır. 24 Temmuz 1923 günü imzalanmış olan Lozan Antlaşması, Ayasofya dahil olmak üzere İstanbul'un, bütün Türkiye'nin kurtuluşunun tescilidir. Ne yazık ki, varoluşsal önem taşıyan bu antlaşmanın imzalanmasının 97nci yıldönümünde bizim aklımız başka yerlerde, konularda idi.

Ayasofya sanki başka Cuma yokmuş gibi yeniden tümüyle (bir kısmında ibadet zaten mümkündü) ibadete 24 Temmuz günü açıldı. Açılışa katılanların kaçı 24 Temmuz'un neyin yıldönümü olduğunu ve Lozan'ın önemini biliyordu acaba? Lozan olmasaydı kendilerinin de olmayacağını, Ayasofya'nın işgalcilerin elinde kalmış olacağını kaçı düşünebiliyordu acaba? Bu açılış vesilesiyle bazı grupların şeriat ve hilafet taleplerini dile getirdiklerini basın bildiriyor. Bekleniyordu elbette. Bu densiz grupların davranışları bize Kurtuluş Savaşı döneminin ikinci özelliği anımsattı. Kurtuluş Savaşımız sadece işgalden kurtulma mücadelesi değildi, aynı zamanda bir iç savaştı. Biliyoruz, ama vurgulamakta yarar olabilir. Gerici kesim, işgalcileri islam dostu, Ankara'yı islam karşıtı ilân etmiş, vatanı kurtarmak isteyenlere karşı işgalcilerle işbirliği halinde vatan düşmanlığı yapmıştı. Onlar da yenildiler, ama yok olmadılar. Yeşil Gece romanının sonunda gerici karakterin nasıl kisve, kılık değiştirdiğini unutmayın.

O gerici ve Kurtuluş Savaşı düşmanı damardan geldiği için 'Keşke Yunan galip gelseydi' diyen bir zavallıyı Diyanet İşleri Başkanı'mızın Ayasofya'nın yeniden ibadete açılışında yaptığı konuşmada isim vermeden olumlu şekilde andığı bildiriliyor basında. Cumhuriyetin temel kurumlarından birinin başındaki kamu görevlisinin azılı bir Cumhuriyet düşmanına övgü düzmesi inanılır gibi değil. Aynı konuşmasında Diyanet İşleri Başkanımızın isim vermeden Atatürk aleyhine lâf ettiği de belirtiliyor gene basında. Buna da inanmak istemeyiz. Yoksa, namaza katılan MHP başkanı Atatürk hakkında yazılmış önemli bir kitabın başlığının "Bozkurt" olduğunu anımsar tepki gösterirdi. Gene orada bulunan Milli Savunma Bakanımız ve Genelkurmay Başkanımız en önemli okuldaşları olan Atatürk'e dil uzatılmasına izin vermezdi. Değil mi efendim? Gene de, basına göre, ortalık karışmış Diyanet İşleri Başkanının sözleri yüzünden. Sayın Başkan elinde kılıç ya da pala, konuşmuş. Sağ elle mi tutmuş, sol elle mi, bilemem, benim gördüğüm fotografta iki elle abanmış. Dış basın bunun geleneğini, göreneğini anlamaz, bir meydan okuma olarak görür. İran'da elinde tüfek vaaz veren mollalar aklına gelir. Elinde kılıç konuşmak bir cesaret göstergesi elbette. Ancak konuşurken kimi övdüğünü, kimi lanetlediğini açıkça söylemek de cesaret işidir. Sayın Başkandan bu yürekliliği göstermesini bekliyoruz. Kimleri kastetti Sayın Başkan? İmayı bıraksın, açık etsin. Sıradan bir vatandaş olarak umudumuz, söylediklerinin yanlış anlaşıldığı, Lozan'ın yıldönümünde Cumhuriyeti hedef alan bir konuşma yapmadığını, Cumhuriyete ve Atatürk'e bağlı olduğunu açıklaması yönündedir. Yani çok şey beklemiyoruz. Kaçamak yanıt hiç beklemiyoruz.

Diyanet İşleri Başkanımız konuşmasında Fatih Sultan Mehmet'in bazı sözlerini bugünün Türkçesiyle aktarmış. Ben bu konulara biraz meraklıyım. Kendi başıma araştırayım dedim. Murat Bardakçı'nın 15 Kasım 2012 tarihli bir videosuna rastladım. Videonun alt başlığı: Fatih'in Ayasofya Laneti Tam Anlamıyla Yalan ve Uydurma. Sayın Başkan ya da amirleri söyleyince bu yalan ve uydurma denilen şeyler doğru mu oluyor? Doğru olan hangisi?

Yanıt beklerken biz bir kaç doğruyu ve yanlışı dile getirelim:

Cumhuriyet doğrudur. İstibdat yanlıştır.

İnsan hakları, demokrasi, hukuk devleti doğrudur. Keyfi tek adam yönetimi yanlıştır.

Laiklik doğrudur. Halifelik ve her türlü dinselcilik yanlıştır.

"Yurtta barış, cihanda barış" düsturu doğrudur. "Yurtta çatış, cihanda çatış" politikası yanlıştır.

Atatürk'ün yolu doğrudur. Halen gitmekte olduğumuz yol yanlıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa ile gereksiz bir sorun

Fransız okullarına çocuğunu gönderen Türk vatandaşlarının arasında, öğrendiğimize göre, Aile Bakanımız da var. Ancak, gene söylendiğine göre, Aile Bakanımızın Belçika vatandaşlığı da varmış. O zaman çocukları Belçika vatandaşı olarak okulda kalabilirler

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

"
"