Dış politika alanında yeni bir vahim hata daha yaptık. Hem de en özenli, dikkatli olmamız gereken bir konuda; Kıbrıs konusunda.
KKTC’deki seçimler öncesinde cumhurbaşkanları adayları Ankara’ya çağrıldı diye bir haberi irkilerek okumuştum. Doğru muydu, değil miydi, bilmiyorum. Sonra o adaylardan biri Ankara’ya KTTC Başbakanı olarak geldi. Mecbur mu kaldı, bilemiyorum. Çok yanlış oldu. Bizim anılan adaya, yani Ersin Tatar’a böylece destek ifade etmemiz de yanlışın ötesinde KKTC’ye seçimlerini dışarıdan etkileme boyutlarına erişti. Bu dışarıdan karışma işi demokrasilerde çok önemli bir konudur. Bakın, ABD’de dışarıdan olan, olabilecek Rus, Çin müdahalelerine nasıl tepki gösteriliyor? Demokrasiye inanan insanlar böyle şeyler yapmazlar, yapılmasını da kabul etmezler.
Kıbrıs Türk toplumu bizden çok daha demokratiktir, laiklik ilkesine bizden çok daha bağlıdır, hukuk devleti ilkesine de. Bu güzel nitelikleriyle Kıbrıs Türk toplumunun islam âleminde başarılı bir örnek olarak gelişmesine destek olmak yerine onu kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Olacak iş mi? Kıbrıs Türkü bunu farketmiyor mu?
"Biz size destek oluyoruz, o yüzden bizim dediğimizi yapacaksınız" kafasıyla KKTC’ye yaklaşanlar varsa ne ayıptır, ne hoyratlıktır bu. KKTC’ye destek olmak Türkiye’nin boynunun borcudur ve uzun vadeli stratejik çıkarlarının gereğidir. KKTC’de sağlam bir ekonomi ve etkin bir kamu yönetimi kurulması da Türkiye’nin lehinedir. Kaynak tüketen değil, kaynak üreten bir partöner olur. Dışarıya ihtiyaç ne kadar azalırsa müzakere masasında da o kadar sağlam oturur.
Bunların hepsi boş lâflar elbette. Önemli olan KKTC’de "bizim çocukların" iktidara gelmesi. KKTC’yi Türkiye’ye bağımlı bir yönetim haline getirmek Kıbrıs Rumlarının ekmeklerine de yağ süren cinsten bir politikadır. Bilen bilir: Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nde Rumların tezi , KTTC’nin bağımsız değil, Türkiye’ye bağlı bir yönetim (subordinate authority) olduğu yönündedir. Rumların işine yarayacak adımlar atmanın ne Türkiye’ye ne de KKTC’ye yararı olur.
Biz, Kıbrıs sorunu çıktığından beri, Kıbrıs Türk halkının ayrı self – determinasyon hakkı olduğunu savunagelmedik mi? Rahmetli Mümtaz Hocamız az mı çalıştı o konuda. Ben de biraz karıştım self - determinasyon tezi çalışmalarına. Konunun uzmanlarından biri rahmetli Rüstem Tatar’dı. Nezdinde görevli olduğum bir uluslararası kuruluşta bu konu üzerine birlikte araştırma ve fikir üretimi yapmıştık. BM self determinasyon mevzuatı konusunda uzman kesilmiştim(!). Ama öyle, KKTC’nin self determinasyon hakkı vardır ve bunu kullanmasına engel olunmasıdır Kıbrıs sorununun nedenlerinden biri.
Demokratik seçimleri self - determinasyon kavramından ayrı düşünmek mümkün müdür? Değildir. Bunları niye hiç düşünmüyoruz. Niye başımıza bir de Kıbrıs sorununu büyütmek gibi bir iş açıyoruz.
Sonra ne gereği vardı Maraş’ın kumsallarını gezmeye açmanın? Ne kazanıldı? Bir müzakere kartı yitiriliyor. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararındaki ifadeler kesin. "Ben bu kararı zaten tanımıyorum" diyebilirsin, ama böylece Rumlara büyük bir koz verirsin. 2004 refendurumdan beri Rumlar BM’de kendilerini haklı gösterecek bir bahane bulamıyorlardı. Şimdi buldular.
Ne gereği vardı bütün bunlara? KKTC bağımsızdır. Lütfen Kıbrıslı Türkleri rahat bırakalım.