Dinselci fanatizmin nelere mal olabileceğinin son örneğini Kudüs olayında yaşamaktayız. Bir takım fanatik yahudiler, Kudüs’un üçbin yıldır yahudi başkenti olduğuna, Allah’ın Kudüs’ü onlara başkent olarak verdiğine inanıyorlar. Bu inançlarının mutlak doğru olduğuna da inanıyor, başkalarının bu mutlak doğruyu görmemesine ve kabul etmemesine şaşıyor, “madem onlar tanrısal gerçeği göremiyorlar, ben de o gerçeği zorla dayatırım, Bunu yapabilecek gücüm var. ABD de artık arkamda.” diyorlar. Kudüs olayı, dinselci fanatizmin güçle birleşince nelere mal olabileceğini de gösteriyor, gösterecek.
ABD de, daha doğrusu Trump delisi de, “Ben hukuk mukuk dinlemem. Ben nasıl istiyorsam, doğru buluyorsam, öyle olur. Güç bende.” diyor. Trump’ın davranışı da hukuk, denetim tanımayan, adalet duygusundan yoksun gücün neler yapabileceğini gösteriyor, gösterecek.
Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına hukuk açısından bakılırsa, “Bu onun öznel tasarrufudur. Uluslararası hukuka aykırıdır. Kendi çalar, kendi oynar.” denebilir. Ancak sözkonusu devlet ABD. Dolayısıyla siyasi ve hukuki düzeylerde aktif tepki göstermek gerekiyor. Trump’un açıklamasına karşı çıkanların bu çerçevede hedefi, ABD’ni izole ve Trump’un açıklamasını izale etmek olmalıdır. BM Genel Sekreterinin Trump’ın hemen ardından bir açıklama yapması doğruydu ve bence Trump’ın açıklamasını hukuken boşa çıkarmak bakımından yerinde oldu. Ancak bu yetmez. Filistin’in BM Güvenlik Konseyi’ne başvurduğu görülüyor. ABD’nin veto hakkı nedeniyle oradan bir karar çıkmaz. Bence BM Genel Kurulu’ndan sıcağı sıcağını bir karar çıkarmak ve belki de bu kararla BM Güvenlik Konseyi’ne gitmek yolu değerlendirebilirdi. Her halükarda BM Genel Kurul’undan bir karar çıkartılmalıdır. Kaç ülkenin İsrail ve ABD’nin yanında yer alacakları hesabı yapılırken tereddütler olacaktır. Ancak, hukuken böyle bir kararın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu işleri de hızla yapmak gerekir, çünkü ABD’yi izole etmek kolay değildir. Şimdiden bazı ülkelerden çatlak sesler geliyor. Filistinlilerin, uygun görünen bütün uluslararası forumlarda hızla hareket geçmelerinin de gerekli olduğunu düşünüyorum. (Bunların hepsi yapılıyor da olabilir.) İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ve Arap Ligi’nin doğal olarak alacağı sert kararlar yeterli olmayacaktır. AB ve Avrupa Konseyi parlamentoları da boş bırakılmamalıdır.
Uluslararası forumlarda hızlı ve sonuç alıcı tepkiler müslüman ülkelerinin kamu oylarının beklentileri bakımından da yararlıdır. Çünkü bu meselenin büyümesi ihtimali çok güçlüdür.
Müslüman ülkelerde Batı aleyhtarı akımlar Trump’ın yaptıklarından beslenecektir. Netanyahu hükümetinin yaptıkları da, ne yazık ki, İsrail ve yahudi aleyhtarlığını güçlendirecektir. Müslüman ülkelerdeki siyasetçiler açısından yangına körükle gitmek kısa vadede getirisi yüksek bir davranış olabilir. Ancak uzun vadede, Batı ve yahudi aleyhtarı akımları, hareketleri dizginlemek o zaman daha zorlaşır. Dolayısıyla siyasi açıklamalarda mümkün olduğu kadar ölçülü kalmak, uluslararası toplumu harekete geçirmeye öncelik vermek daha doğru olur. Bu arada, ABD yetkililerinin her vesileyle ve seviyede teker teker başının etini yemek gereklidir. ABD Dışişleri bakanının açıklaması, ABD’nin bu konuda iç huzursuzluk yaşadığını da göstermektedir. ABD’de sağduyulu çevreler vardır. Onların bu işi, cesaret edebilirlerse, toparlamaları, zevahiri kurtabilecek bir çıkış yolu bulmaları ne kadar sürer, bilinmez. “Biz sadece Batı Kudüs’ü kastetmiştik.” çizgisine belki gelirler. Yoksa, küresel düzeyde müslüman kamu oyunun Batı ve İsrail karşısında yeni bir yenilgi duygusuna kapılması ve uygarlıklar çatışması dediğimiz o berbat gerginliğin artması beklenmelidir. Bundan da, Batı kaynaklı sayılan evrensel değerlere saygı zarar görmeye devam eder.
“Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.” deriz ya, Trump nerede kuyu görse bir taş atıyor. Bu kez de Kudüs kuyusuna taş attı. Ancak, Kudüs’teki kayanın o taşın altında kalacağını bekliyorsa, yanılıyor.