Ülkemizdeki tek umut verici olay Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşüdür. Bunun dışında hal ve gidiş kötüdür.
Ekonomide ilk çeyrekte yüzde beş gelişme olmuş, teşvikler, kamu harcamaları ve ihracaattaki artış sayesinde. Teşviklerle kamu harcamaları uzun süre aynı düzeyde kalamaz. AB’de canlanmaya paralel olarak ihracaattaki artış sürer. Yani, “Ey Avrupa!” diyerek kötü kötü baktığımız küffar ilinde pişecek, bize de düşecek. Asıl 2017 Dünya İnnovasyon Raporuna bakın. Daha doğrusu, bakmayın. Türkiye’nin ilerde birinci sınıf ekonomi olacağı umudunuz iyice zayıflar.
Dış politika alanında ne ABD ne de AB ile ilişkilerimizde olumlu kıpırdanma var. Tersine, her gün olumsuz haberler alıyoruz. Hayrettir: Katar krizi gene ölçüyü kaçırdığımız bir konu oluverdi.Umudumuz Rusya (!)
Geleceğimiz demek olan eğitim alanında çok tedirgin edici haberler okuyoruz. Eğitim sistemindeki dinselci deformasyonun güçlendiği anlaşılıyor. Geçmişimize bakalım: kabaca 600 yıl sürdüğünü söylediğimiz Osmanlı döneminin ilk 300 yılı yükselmek ise ikinci 300 yılı geride kalmak, dolayısıyla gerilemek olmuştur. Durumu düzeltmek için bir kesim çareyi modernleşmede aramaya çalışırken, diğer bir kesim dinselciliği öne sürmüştür. Ne zaman dinselcilik üste çıkmışsa durum daha kötüye gitmiştir. Tarihimize bakıp bu gerçeği görelim. Eğitimde modernleşme ve laiklik çizgisinin değerini bilelim. Maneviyat elbette birinci derecede önemlidir, ama çağımızda insan hakları içselleştirilmeden manevi gelişme olabilir mi?
Dinselcilik güçlenirken, insan haklarının zayıflamasını nasıl açıklayabilirsiniz?
İnsan hakları karnemizin gittikçe kötüleştiğinin de görmezlikten gelinmesinin doğurguları çok vahim olabilir. Bu bağlamda,Nuriye Gülmen ve Semih Özakça olayı hepimiz için bir sınavdır. İki aydın yurttaşımızın açlık grevi sonucunda hayatlarını kaybetmeleri ihtimali çok ürkütücüdür. Eğer, Tanrı korusun, böyle bir trajik durum meydana gelirse, ne devletin ne de milletin vicdanı kaldırabilir. Eğer bir devletin vicdanı, bir milletin vicdanı Nuriye Gülmen ile Semih Özakça gibi iki aydının açlık grevi sonunda, Tanrı korusun, yitirilmesini kaldırabiliyorsa, o devletten, o milletten insanlığa hayır gelmez
Bir ülkeyi değerlendirirken en önemli ölçütlerden biri o ülkede aydınların durumudur. Sokrates’den beri aydınlar konuşurlar, eleştirirler. Entelektüel muhalefetin bedeli çok pahalı olsa bile aydınlar ortadan kaldırılmaz. İşte Bruno, Hallac – ı Mansur, Nesimi ve binlercesi!
Birini sustursanız, öbüru konuşur. Çünkü entelektüel zümre bir toplumun bilincidir, vicdanıdır. İnsanlığın manevi, hatta maddi gelişmesi aydın zümresi olmadan imkansızdır.
Tarih gösteriyor bunu. Görelim. İçeriye attığımız bütün aydınlarımızı hemen şimdi özgür kılalım. Toplumsal barışın yolu muhalif sesleri tasfiye etmekten değil, onlarla barışmaktan geçer.
Yasa ihlal edilerek gerçekleştirilen bir referandumun sonuçları ne kadar meşru ise o kadar meşru bir zemin üzerinde yönetileceğiz bundan böyle. Bazı yorumculara göre, cumhuriyetin içini boşaltarak, fiili bir mutlakiyet rejimine doğru ilerliyoruz. Umarız yanılıyorlar, ama yabancı basında ülkemizin gidişi hakkında olumlu yorumlara rastlamaz olduk. Bizi neden böyle görüyorlar? Bir iç hesaplaşması yapabilelim.
Aslında bütün bu sorunlara çözüm yolunu bulmak o kadar kolay ki! Ancak tuttuğumuz yolun yanlış olduğunu görmeden bunu yapamayız. Ülkemizle ilgili olarak “Böyle gelmiş, böyle gider” sözü dillere pelesenk olmuştur. Artık bu sözü “Böyle gelmiş, böyle giderse daha kötüye gider” diye anlamak gerekiyor.
“Adalet mülkün temelidir” temelidir diyoruz, ama yargımızın bu kadar çok eleştirildiği bir dönemi ben anımsamıyorum. Adalet böyle olursa mülk nasıl olabilir?
Toplumu doğru yola yönlendirmek için yürüyen Kılıçdaroğlu’nı hedef alan tehditler, caydırma amaçlı hareketler çok çirkindir, ayıptır. Kılıçdaroğlu adalet için, mülkün temelini düzeltmek için yürüyor. Desteği hak ediyor, her geçen gün daha fazla destek görüyor. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bugünkü ortamda umuda doğru yapılan tek yürüyüştür.