Ahmet Cemal’i de yitirdik. Çok üzüldüm. Pırıl pırıl bir Cumhuriyet aydınıydı. Çok önemli bir edebiyatçıydı. Ahmet Cemal ile ömrümde bir kez görüştüm. Kırk yıl önce... Elias Canetti üzerine sohbet etmiştik. O zamanlar Almancam yoktu. Bana Auto Da Fe’nin İngilizcesini göndermişti. O sohbete Mustafa Öneş de katılmıştı. O da bizi bırakıp gitti bir süre önce. Böyle güzel insanlar öbür tarafa geçtikçe içimden kayalar kopuyor sanki... Bakalım, kırk yıl önceki sohbetimize kaldığı yerden devam etmek ne zaman kısmet olacak?
Aslında bu satırları daha önce yazmam gerekiyordu, ama ben de son günlerde Azrail’in ilgi alanına giren bazı sağlık konularıyla uğraşmak zorunda kaldım.
Sağlık konusuna dalınca gelişmeleri, haberleri izlemek anlamında insan güncelden kopuyor, ancak bu durum, güncel yaşamın en önemli kesimlerinden birini: Sağlık sektörünü biraz olsa da tanımanıza vesile oluyor.
Orta ve dar gelirliler için söylüyorum. İstediğinizin hastaneye gidebileceğinizi sanıyorsanız, aldanıyorsunuz. Özel hastanelerde tedavi görebilmek, paranız yoksa ya da azsa çok kolay değil. Çoğu özel hastanenin SGK ile anlaşması olduğunu düşünebilirsiniz. O konuda da çok dikkatli olun. Anlaşılan öyle bir mevzuat var ki, özel hastaneler SGK tarifelerinin üstüne büyük ilaveler yapabiliyorlar. Hastaneden çıkarken, doğduğunuza pişman olmak duygusu tedavi görmenin sevincinden daha güçlü olabilir. Aslında gerçek şu: paran olduğu ölçüde istediğin hasteneye gidebilirsin.
Sağlık reformu denen değişiklik sonucu profesörlerin çoğu özel hastanelerde çalışıyorlar. Profesorlerin varlığı özel hastaneleri daha çekici kılıyor, vatandaş daha kaliteli bakım göreceği kanısıyla bütçesini zorluyor da zorluyor. Böyle bir düzeni yurttaşa hizmet olarak nitelemekte güçlük çekiyorum.
Özel hastaneler konusunu kavramsal düzeyde tartışmak gerek. Özel hastaneler kâr amacı güden birer işletme. Hasta, özel hastane açısından aynı zamanda müşteri. Özel hastane, parası olduğu ölçüde müşterisini velinimet sayıyor. Bir bakım sistemi ki, müşteri ve hasta kavramları biribirine karışmış. Esprili bir şekilde söylersek, hastaya sağlık sağlama ile müşteriyi sağma işlemleri içiçe.
Sağlık sektöründe yapılan değişiklikler iyi olmuş, kötü olmuş, onları ayrıntılı tartışacak değilim. Benim gördüğüm kadarıyla, sosyal devlet ilkesinden uzaklaşıp sağlık sektörünü kapitalist düzene kaptırmak, bizim düzeyimizdeki ülkelerde orta ve dar gelirliler açısından çeşitli mahzurlar yaratabiliyor. Kapitalist Avrupa ülkelerinde bu tür mahzurlar ortaya çıkarsa gelişmiş sigorta sistemleriyle gidermeye çalışıyorlar. Anlaşılan, sağlık sektöründe yapacak daha çok işimiz var.
Yurttaşlarına eşit sağlık hizmeti sağlamak ideal bir devletin temel görevleri arasındadır.
Hepimizin arzusu yeryüzündeki konukluğumuz süresini sağlıklı geçirmektir. Ne yazık ki, bu hedef henüz uzakta görünüyor. Mevcut koşullarda sağlıklı yaşamak da güç, sağlıklı ölmek de.
Gene de, bizler için ellerinden geleni: Görevlerini yapan hekimlerle diğer sağlık personeline teşekkür boynumuzun borcudur. Mesele sağlık personeli değil, düzgün bir düzenin kurulabilmesidir.