30 Ekim 2020

Fransa ve İslam ve biz

İki konuşmayı da düşünerek, Macron'a çok ağır sözlerle yükleniyoruz, ancak gene öğretmenin öldürülmesinden söz etmiyoruz. Ağır sözlerin cinayet konusunda susmamızla birlikte ele alınması Batı'da imajımıza katkı yapmıyor, yapmaz elbett

Ayırımcılığa uğrayan, ezilen, zulüm gören Müslümanlara dünyanın neresinde olursa olsun destek olmak insanlık görevidir. Müslümanlara bu tür uygulamaları reva gören ülkelere tepki gösterilmesi doğaldır. Bu tepki sağlam hukuki gerekçelere dayalı, gerçekçi ve orantılı olması kaydıyla, örneğin o ülkeden gelen malların boykotunu da içerebilir. Günümüz dünyasına şöyle bir bakınca, Müslümanların en kötü durumda oldukları ülkenin ne yazık ki Çin olduğunu hemen görülüveriyor. Bazı Batılı ülkelerin ve birçok insan hakları kuruluşunun Çinli Müslümanları, Uygurları savunmaya çalıştıklarını görüyoruz. Gel gör ki, bizim cephede tık yok! Macron olumsuz lâflar etti diye dünyanın altını üstüne getirmeye hazır görünüyoruz, ama Çin söz konusu olunca başımızı çevirip başka yönlere bakıyoruz. Bu mudur bizim insan hakları anlayışımız? Neden Çin'den gelen mallara boykot yok? Açıklayın bakalım bu çelişkiyi, biz de görelim, gerekirse yanıt verelim. Çin'e gücümüz mü yetmiyor, yoksa orada Müslümanların kötü durumda oldukları hiç sevmediğimiz Batılıların uydurması mı?

Dönelim hışmımıza uğrayan Macron'a. Çinliye hiç benzemeyen bu zat-ı muhtereme sempati duyanlardan değilim. Bu köşede ve başka yerlerde Macron'un Müslüman vatandaşlarıyla ilgili politikalarını eleştirdim; bugün de beğenmiyorum. Sorun belirli bir din ya da belirli bir dine inananlar sorunu değil, entegrasyon sorunu. Elbette, Müslümanların adalet ve eğitim bakanı olabildikleri bir ülkeden söz ediyoruz. Gel gelelim, sisteme entegre olmakta güçlük çeken nüfus az değil. Fransız mili futbol takımında Müslüman olan olmayan ayırımı görülmüyor. Takım birlik içinde. Neden? Çünkü hepsi aynı şekilde yetiştiriliyor. Fransa'nın ünlü cumhuriyetçi eğitimi gerilemese, ülkenin her yerine, gettolara aynı etkiyle uzanabilse entegrasyon sorunu da büyük ölçüde aşılabilir. Ancak, Macron, biraz da aşırı sağ oylara göz kırparcasına İslamı, Müslümanları konu yapan bir politikaya yöneliyor. Bence, Macron'un bunun ötesinde bir amacı daha var. Napolyon Yahudileri Fransız toplumuna entegre eden lider olarak anılır. Wikipedi'dan alıntılıyorum: "Napolyon Bonapart iktidarı, Avrupa Yahudileri'nin tarihinde, gettolarda yaşama zorunluluğunu kaldıran; varlık, ibadet ve meslek alanındaki haklara özgürlük getiren Yahudi emansipasyonu için önemli bir dönüm noktasıdır." Macron da aynı şekilde müslümanları Cumhuriyetçi Fransız toplumuna entegre eden lider olarak tarihe geçmek istiyor. Eh! Macron Napoleon değil elbette. Kaş yaparken göz çıkarması olasılığı çok daha yüksek!

Neden ediyorum bütün boş lâfları? Yaşadığımız olaylar dizisini daha iyi anlamak için, en azından kendi adıma. Olaylar 25 Eylül günü genç bir pakistanlı Müslümanın Charlie Hebdo'nun eski ofisini basarak üç kişiyi ağır yaralamasıyla başlıyor. Uyanıyor Charli Hebdo anıları. Macron 2 Ekim günü belki bir buçuk saat süren en iddialı konuşmasını yapıyor, Charlie Hebdo göndermeleriyle. Ülkemizde bu konuşmayı kaç kişi okudu, bilemiyorum. Macron, Fransız İslam Konseyi ile birlikte bir yasa hazırlıyormuş, onu anlatıyor büyük ölçüde. Beğendiğim bir Fransız politikacı olan Jean – Luc Melenchon gereksiz bir mizansen diyor bu konuşmaya. Bence de gereksiz bir dramatizasyon. Bizimkilerin konuşmayı incelediklerini varsayıyorum. Çünkü 7 Ekim günü hadsizlik, edepsizlik gibi deyimlerle yükleniyoruz Macron'a. Ne ki, bu tepkimiz ne içeride ne de dışarıda pek yankı yaratmıyor. Hafif mi kaldı, gündem mi doluydu, bilemiyorum?

17 Ekim günü Fransa'da bizim Kubilay öğretmenimizin uğramış olduğu vahşeti anımsatan o olay meydana geliyor. Herkes Fransa'ya baş sağlığı dileklerini, dayanışma duygularını, cinayeti kınama ifadelerini iletiyor. Bizim tarafta çıt yok. Normal mi bu? Diplomatik açıdan bir skandal denilir mi bu tepkisizliğe, denilmez mi?

21 Ekim günü Macron öldürülen öğretmenin cenaze töreninde İslamla ilgili ikinci büyük konuşmasını yapıyor. Bu konuşmayı da ülkemizde kaç kişinin okunduğunu merak ediyorum. Çünkü insanların Macron'un sözlerinden çok İslam karşıtı bir Macron imajından ekilendikleri kuşkusu içindeyim.

Biz, herhalde iki konuşmayı da düşünerek, Macron'a çok ağır sözlerle yükleniyoruz, ancak gene öğretmenin öldürülmesinden söz etmiyoruz. Ağır sözlerin cinayet konusunda susmamızla birlikte ele alınması Batı'da imajımıza katkı yapmıyor, yapmaz elbette. Macron'un sözlerinde eleştirecek çok şey bulunabilir. Hukuki açıdan konuşmasının en hassas noktası blasfem hakkını tanıdığını vurgulamasıdır. Batı ülkelerinin bir kısmında tanınan bu hakkı müslüman ülkelerin içine sindirebilmeleri olanaksız görünmektedir. Bu bakımdan, Charlie Hebdo'nun hiçbir karikatürünü onaylamamız söz konusu olamaz. Ancak, bu karikatürlerin yanıtı da cinayet ve terör olamaz. Bütün bu konularda diyalog gerekir. Türkiye yapısı ve tarihi bakımından bu diyalogu sağlayabilecek bir ülkedir. Diyalog ortamının yaratılmasını engelleyebilecek davranışlar, söylemler Fransa'daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki Müslümanların sorunlarının çözümüne de yardımcı olmaz. Tersine, Müslümanlara halkın diğer kesimlerinin olumsuz yaklaşmalarına yol açabilir. Avrupalı Müslümanların sorunlarının çözümü diyalog ve entegrasyondur. Biz de bunu geçmişte bir çok kez söyledik. Macron'un konuşmalarına eleştirel diyalog tarzıyla yaklaşsaydık, aynı zamanda öğretmenin öldürülmesini de kınasaydık, puan toplardık. Aslında Avrupa ile ilişkilerimiz açısından bir fırsat kaçırdık. Kaldı ki, Fransa ve Avrupa ile ilişkilerimiz boykot değil, daha çok ticaret yaparak gelişir. O zaman bizi daha çok dinlerler.

Nice'deki üç vahşi cinayet diyalog değil, marjinal radikallerin işine yarayacak bir şiddet ortamının doğduğu endişesini yaratır. Bu olayı Dışişleri Bakanlığımız uygun bir dille kınamakla iyi yaptı. Öğretmen öldürüldüğünde de aynı şey yapılmalıydı. Bu kez Saray'dan da kınama tweetleri atılmış. Galiba birinin ifadeleri biraz karışık... (Örneğin, "bilinçsiz bir şiddet" ifadesine ne gerek var? "Şiddet" de yeter, yoksa Avrupalının aklında "bilinçli şiddet nedir?" sorusu gelir. ) En üst kattan da kınama açıklaması bekliyoruz. Bu da ilişkileri onarmak için bir fırsat olabilir. Aslında Fransa'nın, Avrupa'nın laik bir Türkiye'ye ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiyoruz. Umarım bunu görürüz.

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!